Nihat, siyah kapüşonlu montu üzerinde, bize doğru bakıyor.
Yani üç beş saniye geçmeden, kendisini vuracak zırhlı polis aracının durduğu yöne bakıyor, sonra yana dönüyor. Çok kısa bir an...  
Görüntü akıyor. Zamana hükmünüz yok, durduramazsınız.
Küçük Nihat aslında ne yapacağını kestiremiyor, koşan arkadaşlarını görünce arkasını dönüyor. Belki bir adım, yere yığılıyor.  
Sonra biliyorsunuz; Nihat’ın kafasının arkadasında derin ve geniş yara açmış. 12 kalibrelik, devletin polisine zimmetli av tüfeğinden çıkan “mühimmatla” yerde yatıyor. Ayrıca atılan gaz bombası bulutunun arkasında.
Yedi gün geçiyor. Öğretmeni onun karnesini boş sıraya bırakacak ve karneyi almaya kimse gelmeyecekti.
Biz de siyah montlu, siyah pantolonlu küçük bir oğlanın katledilişini, o zırhlı aracın kamera kayıt kadrajından, sanki katilin gözünden seyreder gibi izleyecektik.
O “çocukları hedefine yerleştirmiş” kameranın boynunu çevirerek, Nihat’ın bir kamyonet kasasına koyulup götürüşünü çeken buz gibi “merakına” da şahitlik edeceğiz.
İkinci yüzyılına giren “Yeni Türkiye’nin” önünden bir çocuk cesedi daha hızla kaldırılacak, kamuoyu empati gibi samimiyeti şüpheli duyuşlara gark olamayacak. İlle de “polise taş atan Kürt çocuk” milli klişesiyle yüreğini daha da soğutacaktı.
Başbakan, Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı daha ilk günden polisi kollayan “ezber” ifadeler sarf ederken, şimdi görüntüleri ortaya çıkan bu “açık cinayet”, polise ait çıkan av tüfeği ve tutuklanan polise dair hâlâ hiçbir açıklama yapmamışlardı.
Belki de “ya sabır” diyorlardı.
Meclis’e bugün gelen torbaya atılan ve yeni rejime asıl kimliğini kazandıracak, hukuku ve Anayasa’yı devre dışı bırakan  “İç Güvenlik Paketi” yasalaşırsa, Küçük Nihat’ı öldüren polis de ilk duruşmada serbest bırakılırdı.
Ethem’e yakın mesafeden ateş eden katilin, Ali İsmail’in kafasını tekmeleyen polisin, Abdocan ve Berkin’i vuran kimlik bilgileri fellik fellik saklanan zanlıların fiilleri “meşru” sayılır ve cezai yasal sorumluluğu kalmazdı.  
Sokaklarda vatandaşa  ateşli silah yöneltme yetkisi “yasalaşırken”, kolluk güçleri her durumda silahını maytap atılsa, hatta yerinizde kıpırdasanız bile ateşleyecekti.
Kamusal alana çıkan “yargısız linç ve infaz” mahalline çıktığını ve yüzünü kaşkolla örtse, polis ya da amir talimatıyla “gözaltına alınıp büyük toplama kampına kapatılıp” sonra 4 yıl hapis cezası alacağını bilecekti.
Ülke olarak herkesin temel hak ve özgürlüklerine, “otoriter siyasi iktidarın” iç güvenliği ve huzuru gerekçesiyle, kanunla el koyuluyordu.    
İç Güvenlik Paketi gayet müphem tanımlarla “koruma altına alma” ve “uzaklaştırma” yetkilerini doğrudan kolluk güçleri ve mülki amirlere devredecek ve tarih yıkan “Yeni Türkiye’nin” birincil, aşılamaz, temel metni olacaktı.
Yani kolluk kuvvetleri ateşli silahlarla “yeni rejimi” koruma altına alırken milli bünyeden “uzaklaştırılan-temizlenenler” muhalifler olacaktı.
Ne demişti Gezi’de görevli polislerle görüşülerek hazırlanan kitapta polisler; kendilerini “milli, dini, ahlaki, devletçi değerlerin asli sahibi” gibi tanıtırken Gezi’ye katılanlar için “onlar bizden değil, milli dini ahlaki değerleri sorunlu, başka dünyanın insanları” diyerek “gayri milli iç düşmanı” tarif etmişlerdi.
Şimdi İç Güvenlik Paketi’nin yarattığı fiili hukuksuzlukla bu zihniyet elinde ateşli silah, daha da hınçla kodlanıp “gayri-milli iç tehdidin” üzerine “Yeni Türkiye” namına “yoğun makul şüphesiyle” son sürat sürecekti.
Ve o siyah kapüşonlu, siyah pantolonlu küçük oğlan Nihat niye yere düşmüştü anlamış mıydık, biz sahiden, iki boyutlu “açık cinayeti” izlerken?