Nişanlıyım, nişanlısın, nişanlı, nişanlıyız… 24 yıldır. Gelecek yıl gümüş yılı olacak nişanlılığımızın. Durmadan nişanlı şiirler yazıyorum İdil’e. Nişanlılık yıldönümümüzü kutlayınca, kızımız Nar, o bir ergen, kafasını iki yana sallayıp, ‘tuhafsınız!’ dese de, inadına nişanlıyız!

Nişanlı gibi…

Nişanlı gibi durmak. Zaten incesindir de, bu olduğundan daha ince durmak. Zaten gülüşlüsün de, bu güldüğünden daha da güleç olmak. Zaten iyisindir de, bu işlediğinden daha da fazlasını yapmak. Zaten düşüncelisindir de, bu sandığından daha da ‘fikrimin ince gülü’ne yaklaşmak.

Nişanlı gibi duran insanlar tanıdım. Gülten Akın. İlk gördüğümde, 39 yaşında ve tam 5 çocuğun annesiydi. Bende o günden görüştüğümüz son güne kadar hep ‘nişanlı güzelliği’yle kalmıştır. Şimdi de. Sanki o artık kadim bilgelik sözüne dönüşen “Ah kimselerin vakti yok/durup ince şeyleri anlamaya” dizeleri bile, bir ‘nişanlılık hali’ içerir, biraz da o duygunun korunması, o inceliğin anlaşılması için yazılmış gibidir. 16 yaşımda tanıdığım ve 40 yıldan fazla tanış kaldığımız Gülten Akın’ın şiiri, o şiirin onun şiiri olmasına yol açan bakışı, görüşü, görgüsü, itirazı, reddi, hepsinde de nişanlılığın o kırılgan gibi görünen ama bir kararlılıkla sürdürülen yürüyüşü diyelim, bende bu çağrışımı yaratıyor.

Nişanlı olmak ya da nişanlı kalmak, biraz 1950’li 60’lı yıllardaki hikâyelerin kahramanlarından biri olmak anlamına da gelir ki, bence en az durumun kendisi kadar edebi bir kişilik kazanması da değerli.Nişanlılar diye bir kitap hatırlıyorum, muhtemelen Romantik Çağ döneminde ya da o döneme dair yazılmış bir roman. Alessandro Manzani tarafından 19. yy’da yazılmış roman Türkçe’ye de Necdet Adabağ tarafından çevrilmiş. Ve İletişim Yayınları kitabı, “İtalyancanın, İtalyan nesrinin ve hatta İtalya’nın kendisinin yaratıcı unsurlarından sayılabilecek” bir ‘edebiyat olayı’ olarak sunuyor. Kitabı okumadım, konusunu burada aktarıp özetlemek de pek manasız olur. Ama nişanlılık da tam da böyle bir şey değil midir zaten? Hayatın yaratıcı, daha da iyisi yaşatıcı unsurlarından birisi.

Şimdiki zamana ve hayata, bir eski zaman mesleği gibi gelebilir nişanlılık. Hatta fazlasıyla romantik ve nostaljik de bulunabilir. Nostaljik kısmını Ece Ayhan’ın “nerde eski nostaljikler?” dalgasıyla geçelim, fakat romantik olduğu hususuna biraz eğilelim. Hiç kuşkusuz romantik bir ilişki nişanlılık. Devrimci bir durum hatta. Bir ‘aradalık’ hali. Abartalım, sisteme kafa tutma. Sistemi de, kurumları da ‘arada’ bırakma.

Neyse biz işin sosyolojisinde değil, psikolojisindeyiz. Nişanlılık, yani bu hülyalı hal, yeni zamanın deyimiyle bir enerji. Enerji deyince gözünüzün önünde hemen renkler beliriyor, yeşil, mavi derken nişanlılığa da bir enerji olarak pembeyi yakıştırıyorsanız, yapmayın derim. Evet, romantik olduğu için haliyle muhallebici gibi, gül gibi, pembe renkli bir ortam vaadediyor ama, bana kalırsa ne kırmızı ne pembe, ne camgöbeği… Nişanlılık göz alabildiğine uzanan bir bahçe, çiçekten geçilmeyen bir şiir, ve hiç yerinde durmayan, oradan oraya koşuşturan bir iyilik. İyiliğin daha da güzelleştirdiği insanların birbiri için olma hali. Nişanlılık, çiçek bahçesinden yapılma bir uçuşan elbise, etekleri zil çalan bir tazelik ve göğe çıkmaya hazır bir düşsellik.

Evlilik, aile kurumunun sözleşmesi olduğu, bu kurum da sistemin tartışmasız en değerli parçası, destekçisi, bileşeni, olmazsa olmazlarından olduğu için, ister istemez zamanla bir tür küçük, orta, büyük boy işletme haline dönüşür ve öyle olunca da kar-zarar hesabı başlar. Bencillik belirir.

Nişanlılık öyle midir ya? Hem aşkı, hem sisteme dahil olmamayı içerir. Bir bakıma da imgedir. Rüzgar yerinedir sözgelimi. Hep rüzgarlı olma. Deniz yerinedir, akışlı olma, kendini aşkın ve suların akışına bırakma, dalgalanma. Güz gibidir, güzde bir bağın üzümü, o üzümün salkımı, o salkımın tanesi, o tanenin içlisi olma. Yol gibidir en çok da, hep hep yolda olma. Yolda kendini bir yitirme bir bulma. İki insanın bir evde olmaktan çok birbirine konuk olma halidir. Konuk özeni, inceliği, gülüşüyle ve konuğu bekleyişin güzelliğiyle süren süren süren…

Tanıdığım nişanlı duruşlulardan biri de… Tomris Uyar. Nişanlısı olan 3 şairi düşününce, birden aklıma onlardan biri olan Cemal Süreya’nın “üç anayasa ortasında büyüdün” deyişi geliyor. Tomris Uyar da üç şair ortasında büyümüş bir kadın olarak, ‘nişanlılığın anayasası’nı da yazmış sayılır bir bakıma. Türkçenin, şiirin ve öykünün iki güzeller güzeli kadınını, Gülten Akın ve Tomris Uyar’ı bu bahiste anmam elbette boşuna değil.

İkisi de evli olmalarına karşın, nişanlı kalmayı başarmış kadınlar olarak, öncülük yaparlar. Sosyalist kaymakam olarak anılan eşi Yaşar Cankoçak’la Anadolu’da, Doğu’da dolaşan, sürgünden nasibini alan inceliklerin şairi Gülten Akın, yalnızca çocuklarını büyütmekle kalmaz, aynı zamanda başka çocukların, başka kızların hakları hukukları için elini taşın altına koymaktan da çekinmez. Evliliğin rahatlığından nişanlılığın rüzgarına. Şiirlerinde de bunu adım adım izleriz. Tomris Uyar’a gelince, o belki de daha zorunu becerir, üç koca şaire de rahat yüzü göstermez! Bu ne demek? Ülkü Tamer’in, Cemal Süreya’nın ve Turgut Uyar’ın şiirlerinde bir ‘nişanlı’ olarak Tomris’in yaratıcı, sürdürücü katkısı hayli var demek. Gülten Akın büyük bir şiir kurucusu, ama Tomris Uyar da tıpkı unutulmaz roman kahramanları gibi bir şiir kahramanı, şiir kişisi, ki bu da bence şiire sayılır.

Nişanlıyım, nişanlısın, nişanlı, nişanlıyız…24 yıldır. Gelecek yıl gümüş yılı olacak nişanlılığımızın. Durmadan nişanlı şiirler yazıyorum İdil’e. Nişanlılık yıldönümümüzü kutlayınca, kızımız Nar, o bir ergen, kafasını iki yana sallayıp, ‘tuhafsınız!’ dese de, inadına nişanlıyız! Belki de, ömrüm olursa, bir nişanlı şiirler kitabı bile yazabilirim. Şimdilik şu akrostişle yetinelim: “İnce bir güzelliği var ‘biz nişanlıyız’ demenin/Dilde kibarlığı, gönülde bahtiyarlığı, histe duyarlılığı var/İster en ince parmağına tak onu, ister kalbinde taşı/Lafı uzatmayalım, nişanlılığın göklerde ve alemlerde yeri var!” E o zaman biz de kutluyalım değil mi, hep böyle kal, nişanlı!