Siyasi faaliyet olarak yirmi beş kuruşa naylon poşet tantanası sürerken, başörtüsüz Deniz Çakır karşısında siyaset yapanlar da “başörtülü bacım senin içkili barda ne işin vardı?” sorusuna maruz kaldılar. Derken, Netflix dizisi değil yerli ve milli Palu ailesi dizisinde bir dolu vahşet ve ahlaksızlık yanı sıra ‘üç harfliler’ yalanlarıyla evlerinden kaçıp iki ay boyunca bir binek […]

Siyasi faaliyet olarak yirmi beş kuruşa naylon poşet tantanası sürerken, başörtüsüz Deniz Çakır karşısında siyaset yapanlar da “başörtülü bacım senin içkili barda ne işin vardı?” sorusuna maruz kaldılar. Derken, Netflix dizisi değil yerli ve milli Palu ailesi dizisinde bir dolu vahşet ve ahlaksızlık yanı sıra ‘üç harfliler’ yalanlarıyla evlerinden kaçıp iki ay boyunca bir binek otomobilde yaşandığını öğrendiğimizde RTÜK’ün cin kelimesini şer’i ve siyasi bakımdan yasaklamış olmasına da şaşırmadık.

Yani Meclis Başkanı’nın “Seçim bir siyasi faaliyet değildir” vecizesine niye şaşıralım ki?

Çünkü bu memlekette hakikaten siyaset, artık politika değildir, seyisliktir. (Arapça, siyāsa[t], سياسة at bakım ve eğitimi, seyislik de demektir. Daha da vahimi “şer’i hüküm olmaksızın cezalandırma” yani idam demektir. Yoksa siz siyasi faaliyet diye idam mı arzuluyorsunuz?!) Zaten Napolyon da bir siyasetçi değildir kirazdır, Kılıçdaroğlu hiç siyasetçi değildir kılıç tutan bir babanın oğludur, Turkey ise Türkiye değil hindidir.

Binali Bey haklıdır, hem her anlamıyla siyasi faaliyetin hem politikanın daniskasını tek başına muktedir reisi yapıyordur. Mesela en son “Denizlerimizin kenarlarını, orman alanlarını betona çevirme gayretinde olanlar var. Şu para var ya nelere muktedir, şu kapitalizm. Doğa şöyle olmuş böyle olmuş, umurunda değil” bile demiştir. İyi bilir, çünkü kendisi de tek başına nelere muktedirdir, seçim siyasi faaliyet olmuş olmamış umurunda değildir.

Öte yandan muhtemelen Binali Bey “Hem faşizm diyorsunuz, hem seçim filan konuşuyorsunuz, gidin başımdan!” diye içinden de geçiriyordur. Kaldı ki vaziyeti idare etmekte giderek ustalaşan CHP idarecileri “bize bi şey olmaz abi” modundadır. Her ağzını açtığında ana muhalefet siyasetsiz yani apolitik şey ederken Binali Bey daha ne desindir?

Ayrıca YSK işlerinde, sahte seçmen vb durumlarda, yani yeni bir halt daha yediklerinde “seçime gölge düşüyor” deniliyor ya, buna da ifrit olmamak elde değildir. Seçim zaten karanlıkta yapılacaktır kardeşim, ne gölgesi?

Karanlıkta kimi kim öpecek derken, asıl mesele, mesela Mansur Yavaş’ı, şimdi CHP’deki ‘eski’ bir MHP’lidir diye bilirken, aslında CHP’nin de yaramazlık yapmayan, uslu, İYİ (!) bir MHP olmasıdır. Yavaş deyince, Yavaş yavaş ısıtılan suda haşlanan kurbağa metaforunu belki de yanlış anlıyoruzdur, kurbağa haşlanmıyor, göbek taşına yatmış kese yapıp keyfine bakıyordur!

Neyse lafı uzatmayayım. Seçimlerin tek ilginç yanı, Doğan’ın da (Tılıç) söylediği gibi AKP seçmeni mi kızıp sandığa az gidecek, yoksa CHP seçmeni mi kızıp sandığa (tıpış tıpış) az gidecek veya ikisi de az mı gidecek, uz mu gidecek, dere tepe düz mü gidecek, bir de dönüp bakıp arpa boyu yol mu gidecek ve böylece dümdüz gitmiş, yani küfretmiş mi olacaktır?

Ama mutlaka başka bir yol olduğunu, “siyasetin ağır tortusunun altında zaman zaman görünür olmasa bile toplumun en dinamik kesimlerinde biriken bir özgürlük arayışı” olduğunu bilerek Yol’a devam etmek şarttır.

Çünkü CHP idarecilerine rağmen ve hatta bazen devrimcilerin de mazeretçiliğe sığınarak veya basiretleri tutularak gerekli adımları atamayışına rağmen yürünecek o Yol hep vardır, yeter ki Yol’dan çıkılmasın.

Devrimci siyasi faaliyet ise ancak o Yol’da yüründükçe yapılmış olacaktır.