Nizan’ın ‘çıplak isyanı’

ALİ BULUNMAZ

İki Dünya Savaşı arasında yıldızı parlayan, ardından Fransız Komünist Partisi’nin öncülük ettiği politik figürler ve bazı entelektüeller tarafından hiç yaşamamış kabul edilen ve 1940’da Dunkerque’teki çarpışmalar sırasında öldürülen Paul Nizan, kısa ömründe modernizmi, aydınlanmayı, komünizmi, burjuvazinin ahlak kumkumalığını ve Avrupa’daki toplumsal yapıyı sözünü sakınmadan eleştirmişti.


Uyumsuz bir dünyalı, acıların ve yalanın farkında bir yaşama âşığı olan Nizan, bu yolda ailesinden başlayarak yeryüzündeki sınıf çelişkilerinin ayırdına varıp kaybedenlerin yanında saf tutmuştu.

Nizan, öfkesini entelektüel birikimi ve gözlemciliğiyle bütünleyip hem iç dünyasına hem de farklı coğrafyalara doğru yolculuğa çıktı. Memleketinde ve Avrupa’daki yabancılaşmayı görüp yabancısı olduğu yerlere gitti. Aden, Arabistan da böyle doğdu.

MASALLARDAN KOPUŞ

Öfkesine ket vurmayan, riyaya ve ikiyüzlülüğe başkaldırarak ayakta kalan Nizan, belki de bu yüzden Aden, Arabistan’a “Yirmi yaşındaydım, kimse bana yaşamın en güzel çağı budur demesin” cümlesiyle başlamıştı.

Genç Nizan, 1925’te gittiği Aden’den bakınca memleketinde bir ara dönem yaşandığını görüp 'çöküntü' dediği bu duruma içerlediğinde felsefenin kendisine çok şey söylediğini fark ediyor. Sartre’ın deyişiyle “Nizan’ın çıplak isyanı”na dönüşen Aden, Arabistan, yazarın her şeyin başlangıcında reddin bulunduğunu bilmesiyle ve bunu bizzat yaşamasıyla ortaya çıkıyor. Bu isyana, École Normale yılları, burjuva ahlakı ve babası da dahil. Bu üçü, Nizan’ın adeta ideolojik sorunu. Fakat asıl problemi, 'dünyayı kurtaracağını' iddia eden soytarılarla ve kendisine entelektüel dedirten kof kişilerle.
Aden, Nizan için bir tür kaçıştı; Avrupa’nın şarkiyatçı bakışından, erdemlerin örselenişinden ve 'Bilgeliğin kahramanı Asya ile gücün kahramanı Amerika' arasında kalıştan uzaklaşmaydı. Bu seyahat ona, insanın sınırsız bir şekilde gelişip zenginleşemeyeceğine ve École Normale’deki hocaların anlattıklarının birer masal olduğuna dair fikirin sağlamasını yaptırmıştı.

'ÖNCE ÇOTUĞA SALDIRALIM'

“Birçok ipin bağlı olduğu bir düğüm” dediği ve mutsuzluğu keşfettiği kentte Nizan, yaşamın ve ölümün izlerini takip ederken “Aden, Avrupa anamızın küçültülmüş imajıydı, onun konsantre haliydi” ifadesinden sonra eleştirilerini sürdürüyor: “Avrupa’daki gibi yüzyıllar süren ahlaki uygarlaşmanın yaşama kattığı sahte süslerle toplumsal mücadelelere karşı üretilen yansımalarla ve ikiyüzlülükle bezenmiş değildi Aden’deki yaşam.”

“İnsanların derinliği olduğuna inandırıldım” diyen Nizan’ın Avrupa tarihiyle, ahlakıyla ve değerleriyle kıyasıya hesaplaştığı Aden, hiçliği anlamaya çalıştığı ve memleketinde hüküm süren 'alçalmış var oluş'u arıduru gördüğü bir coğrafya haline geliyor.

Yazarın bahsettiği 'alçalmış var oluş'ta Paris’teki çocuksu korkular, statü sahibi aileler, burjuva dünyasının soyut ihtiyaçları, itibar gören hayali dünyalar ve kayıp zamanın peşine düşmek yer alıyor. “Dört bir yana köklerini uzatmış bir çotuk” dediği Avrupa için “Önce çotuğa saldıralım; bütün dünya onun yapraklarının gölgesinde ölüyor” cümlesiyle kıtaya dair eleştirilerini zirveye taşıyor Nizan.

Bugün Vahhabi iki kabile-devletin; Birleşik Arap Emirlikleri’nin ve Suudi Arabistan’ın vekâlet savaşı yürüttüğü bölgeye 1925’te gidip riyayı ve ikiyüzlülüğü yererken “Aden, doğduğum ülkedeki her şeyi anlayabileceğimi öğretmişti bana” diyen Nizan’ın isyanı güncelliğini koruyor. Dahası, Sartre’ın 1950’lerde tekrar gündeme getirdiği bu başkaldırı, şimdilerde hatırlanmayı ve yeniden okunup anlaşılmayı bekliyor.