Ve inatla soruyoruz: Ey, onca yoksulluk varken saray saltanatı yaşayanların şakşakçıları, tek bir ürperti geçmiyor mu omurganızdan?

No Pasaran!

> ONUR BEHRAMOĞLU @onurbehramoglu

Mustafa Kemal, kimi irtica hareketlerini yorumlarken, “Din meselesi değil, dil meselesi” der. “Tanrı uludur!” diye bağırıp da cezbeye kapılanı gördünüz mü hiç? İyi bildiğimiz bir yabancı dilde bile olsa, söylediklerimiz epeyce büyülü, bir parça da uzaktır anlamından; “Tanrı uludur!” derken can almak kolay değildir. “Allahuekber” diyerek en vahşi cinayetlerin işlenebildiğini biliyoruz ama.

Baştan alalım, ilk nazil olduğuna inanılan Alak Suresi’nden, bir insanın ilk duyduğu seslerden. “Ne alaka!” denilmesin, ‘alaka’ da oradan geliyor, ‘alak’tan. Çocuğumuzun ilk seslerini-sözcüklerini unutmayız, ilk ayağa kalktığı günü, ilk isyanını. İlk adımın nasıl atıldığı, ilk meselenin ne olduğu önemlidir. “Yaratan rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alaktan yarattı” deniliyor. Alak, tıbbın ilerlemesiyle ‘kan pıhtısı’, ‘embriyo’ olarak çevrilse de, sevgi-ilgi-alaka anlamında. Çağrı, okumaya; vurgu, yaratan rabbe yapılmış, yaratmanın kaynağı da sevgiye bağlanmış. Anladığımızı sanıp geçiyoruz, duralım, belki de anlamadık.

Sure, kâğıtlara yazılı halde değil, Peygamberin içine doğması suretiyle belirdiğine göre, “Oku!” emri ne anlama geliyor? Ezan okumak eylemindekine benzer bir çağrı, bir davet de var içerisinde, yüklenmek-sırtlanmak da. “Sorumluluğunu yüklenerek insanları mücadeleye çağır” deniliyor aslında. Neye çağrıdır bu, cinayete-katliama mı, eşitliğe-adalete-özgürlüğe mi; her şeye kâdir olduğuna inanılan bir yaratıcı, kendi yarattıklarını bunlardan hangisine çağırır? Çocuklarınızı neye çağırırdınız? “Sorumluluğunu sırtına yükleniyor biri / Sırtlar gibi çocuklara dağıtılacak bir çuval portakalı” der Ritsos’umuz. Öyledir bizim bildiğimiz, öyledir insana yaraşan sorumluluk: Çocuklara dağıtılacak bir çuval portakaldır, sırtlanır.

Kutsal olduğuna inanılan kitaplar etrafında gürültü koparıp onların her bir sözcüğünü bulandıran dinciler, anlamı katletmekten insanı katletmeye koşaradım giderler. Anlam insandır çünkü, anlamın ta kendisidir insan; sevgiden doğmuş, sorumluluğunu sırtlanarak büyümüştür. Öyle büyük sevgiye mazhar olmuş, yüce bir sevgiden doğmuş insan ezilemez, sömürülemez, öldürülemez; çağrı zalime karşı mazlumdan yanadır. Tabii, unutmamalı, İslam yaklaşık 1.300 yaşında. Hristiyanlık 1.300 yaşındayken neler yaşanıyordu dünyada, unutmamalı.

IŞİD dedikleri bir devlet var, emperyalizm sultasında kurulup coğrafyamıza çöreklenmiş ucube. Her devlet ucubedir ya; bu katmerlisi, gram yontulmamışı, rezil rüsvası. Sivas’ta canlarımızı diri diri yakanlar gibi onlar da Suriye’de insan kafası keserken “Allahuekber” sloganı atıyorlar. Evet yazık ki slogandır artık “Allahuekber”, büyüsüne kapılanların kanlı elleri yıllardır boğazımızda!

Bu barbar güruhu “Tağut” diyormuş Türkiye’ye, cihat ilan etmiş de o sebeple aklıma düştü Alak Suresi. Orada söz edilir tağuttan. Nasıl söz edilir, biliyor muyuz? İlk surede ilk “Hayır” denilen yerdir ve ilk sesler, ilk sözler gibi ilk itiraz da yaşamsal önemdedir.

Bilginin, iktidarın, zenginliğin bir elde birikip de gücü elinde toplayanın tahakküme yönelmesine “Hayır” der Alak: “Hayır! İnsan, zenginliği kendine yeterli görünce hiç şüphesiz tuğyan eder.” İlk itiraz cümlesinin temel sözcüğü: Zenginlik. Tuğyan da, taşma anlamında. Bilgi, iktidar, servet birikir, taşar ve başkasına hükmetmeye yönelir, tahakküme. Bunadır ilk itiraz. Tek elde birikip kibre ve zulme kaynaklık eden her türlü zenginliğe.

İlk sesler-ilk itirazlar böyle ve her kanlı tezgâhta olağan şüphelimiz Amerikan tedrisatından geçmiş derin devlet iken, o devletin kılcal damarlarına dek nüfuz etmiş rantçı-yağmacı dincilerle barbar güruhunun işbirliği belgelerle kanıtlanmışken, onlarca insanın katledildiği korkunç bir bombalı saldırıdan sonra bile, “Allah devletimize zeval vermesin” ipine sarılan, büyük oyunlara karşı kenetlenerek dimdik durmaları gerektiğini düşünen İslamcılar var. Onlara baktıkça yüzümüz kızarıyor bizim. Onlara baktıkça çocuklardan utanıyoruz.

Ve inatla soruyoruz: Ey, onca yoksulluk varken saray saltanatı yaşayanların şakşakçıları, tek bir ürperti geçmiyor mu omurganızdan? İman ettiğinizi söyleyip durduğunuz kitaptan ilk sesleri getirdim size! Gerçeklik bir sestir, Marx’a-Lenin’e-Che’ye kulak vermenizi beklemiyoruz, bari o ilk seslere göre akort edin kendinizi, dinmeyen bir iştahla ekranlardan-gazete köşelerinden salyalarınızı saçacağınıza! Ey sabahtan akşama “La ilahe illallah” dedikten sonra devlete ve yöneticilerine tapanlar, yeryüzündeki tüm otoritelere diklenecek kadar cevahir yüreklilerimizi paramparça edenler, babalarımızla yan yana 6. Filoya taş atacaklarına onun önünde secdeye gelen babaların oğulları!
“Allahuekber” mi diyorsunuz?

Yanıtımızı çarpıyoruz suratınıza: NO PASARAN!