Angela Merkel’i ve Almanya’yı Nobel Barış Ödülü’ne çok yaklaştıran “Biz başarırız!” sözünün üzerinden tam beş yıl geçmiş.

Almanya, sınırlarına dayanmış çoğu Suriye kökenli yüzbinlerce insana kapılarını açmış, kontrolsüz bir biçimde ülke girişlerine izin vermişti. Şansölye Merkel de o dönem, aynı zamanda genel başkanı olduğu partisi CDU (Hıristiyan Demokrat Birlik) ve tasada-çilede ortağı CSU’dan (Hıristiyan Sosyal Birlik) gelen tüm itiraz, uyarı ve baskılara rağmen sığınmacıların toplandığı merkezleri ziyaret ediyor; Alman halkına ve tüm dünyaya, sığınmacıları rahatlatan insani mesajını vererek “Biz başarırız!” diyordu.

Merkel bu tavrıyla önemli bir şeyi başardı. Öncelikle anayasal bir hak olan “sığınma hakkı”na –en azından kağıt üzerinde– dokundurmadı. Almanya’ya gelen herkesin siyasal sığınmacı olmak üzere başvuru hakkı olduğuna, bunun ilgili kurumlarca incelenip karara bağlanacağına, olumsuz kararlara karşı da bağımsız mahkemeler nezdinde itiraz hakkı olduğuna dair anayasal sistemi savundu hep. Almanya’ya gelip, sığınma başvurusunda bulunan bir kişinin ancak tüm itirazları değerlendirildikten sonra sınır dışı edilebileceğini hatırlatarak kendisine yöneltilen saldırıları püskürttü.

Sadece 2015 yılında bir yolunu bulup Almanya’ya gelerek siyasal sığınma başvurusu yapanların sayısı 1 milyona yaklaşıyor.

Merkel, kendisine ve Almanya’ya dış dünyada büyük sempati kazandıran bu duruşu nedeniyle, bir süre Nobel Barış Ödülü’ne en yakın adaylar arasında kaldı. Onun bu tavrı başta geniş kesimlerce olumlu karşılandı. Bir dönem, çoğu Suriye, Irak, Afganistan ve Kuzey Afrika ülkelerinden gelen sığınmacılara Almanya da “hoş geldin!” dedi. Ancak bu, uzun sürmedi.

***

Ülkedeki olumlu, iyimser atmosfer, 2015’i 2016’ya bağlayan yılbaşı gecesi Köln Merkez Tren İstasyonu’nda yaşanan –halen tüm boyutlarıyla bilinmeyen– olaylar nedeniyle bir anda ortadan kalktı. Gece istasyon ve çevresine toplanan sığınmacı gençler, orada bulunan ya da oradan geçen kadın ve kızlara saldırmış, çok sayıda cinsel taciz, tecavüz olayları yaşanmıştı.

Ardından ülkenin başka yerlerinde de failleri bu sığınmacılar arasından çıkan cinsel taciz, toplu tecavüz, cinayetler yaşandı. İslamcı örgütlerden aldıkları talimatlarla ya da onların eylemlerinden esinlenerek bireysel terör eylemlerine kalkışan sığınmacılar oldu. Bütün bunlar Merkel’in politikasına karşı olanların elini güçlendirdi.

“Almanya İçin Alternatif” (AfD) adıyla kurulan aşırı sağcı yeni parti, o zamana kadar esas olarak Avrupa Birliği ve ortak para birimi Euro’yla mücadele eden bir hareketti. Bu dönemden sonra hızla gerçek yüzünü göstererek politikasının temeline Merkel hükümetinin sığınmacı politikasını koydu ve büyük hızla büyüdü. Almanya “sığınmacı krizi” nedeniyle büyük bir bölünme yaşandı. Sonunda AfD “ana muhalefet partisi” konumuna geldi.

Merkel başta, ülkeye alınacak sığınmacı adaylarına bir sınır getirilmesi talebini kabul etmedi. Ancak sonunda Avrupa’ya yönelik sığınmacı trafiğini durdurmak için Türkiye’yle pazarlığa girmeyi kabul etti. Mart 2016’da Türkiye’ye gelip Cumhurbaşkanı Erdoğan’la anlaşmaya vardı. Buna göre Avrupa Birliği Türkiye’ye 6 milyar Euro verecek, Türkiye de sığınmacıların illegal yollardan Avrupa’ya geçişine engel olacak, geçenleri de geri alacaktı.

Merkel bu yolla Avrupa’ya ve dolayısıyla Almanya’ya yönelik sığınmacı trafiğini büyük ölçüde yavaşlattı ama bu sayede de “barış ödülü” adaylığı gündemden kalktı. Dolaylı da olsa sığınma hakkı, hem de para verilerek sınırlandırılmıştı. Ondan sonra Merkel’in ağzından bir daha “Biz başarırız!” sözü çıkmadı.

Aradan beş yıl geçti. Yaşanan kriz nedeniyle, o döneme kadar partisinin tartışmasız lideri olan Merkel büyük güç kaybetti. Sonunda genel başkanlığı bırakmak zorunda kaldı. Ardından bu yasama döneminden sonra da, yani gelecek yıl, siyaseti bırakacağını açıkladı.

***

Bugünlerde Merkel’in siyasal sonunu getiren sığınmacı politikasının aslında “başarılı” olabileceği ortaya çıktı. Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü’nün (DIW) son araştırmaları, 2013-16 yılları arasında Almanya’ya sığınanların önemli bir bölümünün ülkeye entegrasyonunun başarıldığını gösteriyor. DIW, özellikle genç ve çocuk sığınmacıların sosyal ve ekonomik entegrasyonu açısından durumun “olumlu” olduğunu açıklıyor.

Son 3-5 yıldır Almanya’da yaşayan sığınmacıların yüzde 43’ü bir iş bulup, çalışmaya başlamış. Tabii doğal olarak yetişkin sığınmacıların entegrasyonu sorunlu. İş bulmakta zorlanıyorlar. Orada devletin destek önlemleri alması gerekiyor.

Ama her şeye rağmen şu söylenebilir: Demek ki beş yıl önceki “hoş geldin” kültürü bir süre daha yaşayabilseydi Merkel’in dediği olacaktı.

Yani Almanya, enerjisini sığınmacıları Almanya’dan nasıl atarız tartışmalarına değil, onların sosyal ve ekonomik yaşama katılmalarını desteklemeye harcasaydı ortaya çok daha olumlu bir tablo çıkacaktı.