Normal zamanlarda yaşamadığımızı, karşımızda normal bir iktidar, normal bir rejim olmadığını mütemadiyen yazıyoruz. İşte son örnek: İstanbul’da toplu ulaşıma zam geliyor, fiyatlar % 13 civarında artıyor ve medyanın bir bölümü, sanki kimi sözcüklerin yasaklı olduğu bir distopyada, bir bilim-kurgu romanında yaşıyormuşuz gibi, fiyatların değiştiğinden, ayarlandığından, tarifeye yeni düzenleme getirildiğinden söz ediyor ama bir türlü “zam” sözcüğünü telaffuz edemiyor. “Ulaşıma zam geldi” demek resmi olarak yasak değil elbette ama zaten kendisini fiili olarak inşa eden ve hukuku sonradan ona uyduran bir rejimde, bir sözcük fiilen yasaklanabiliyor, yasaklı hale gelebiliyor. “Büyük yalan” burada bir kez daha devreye giriyor ve değişim, düzenleme, ayar denilerek, halkın cebinden bundan sonra ulaşım için % 13 daha fazla para çıkacağının üzeri trajikomik bir yöntemle örtülmek isteniyor.

Normal zamanlarda yaşamadığımızı, karşımızda normal bir iktidar, normal bir rejim bulunmadığını en geç ana muhalefet partisi ve yönetimi kabul etmiş olsa da, “Adalet Yürüyüşü” bu anormalliğin tescillenmesi anlamına geliyor. Devleti kuran parti, % 25, yani 12 milyon oyu olan parti, artık başka çare kalmadığı için, 69 yaşındaki genel başkanının öncülüğünde ve binlerce kişiyle, ülkenin başkentinden ülkenin en büyük şehrine yürüyor, kamp alanlarına gübre dökülüyor, yola mermi çekirdeği atılıyor, provokasyon girişimleri yapılıyor, Bakan’ın biri “Yolları teröristler yürüsün diye yapmadık” diyebiliyor, yandaş medyada yürüyüşün İstanbul’a hangi uzaklıkta önünün kesileceğine dair spekülasyonlar yapılıyor ve nihayet Saray her zaman olduğu gibi eylemi ve eylemcileri dış güçlerin maşası, terörist, vatan haini ilan ediyor.

“Adalet Yürüyüşü”nün İstanbul’a 9 Temmuz günü ulaşması bekleniyor, o gün saat 17.00’da yapılacak büyük mitingle yürüyüş sonlandırılacak. Kocaeli-İstanbul arası katılım, İstanbul’a kaç kişiyle girileceği, Maltepe’de yapılacak miting, verilecek mesaj, dünyanın yürüyüşü nasıl göreceği, iktidarın yürüyüşe müdahale edip etmeyeceği, olası provokasyonlar, saldırı girişimleri, hepsi açık uçlu birer soru olarak karşımızda duruyor. İktidarın müdahale halinde eylemin daha da etkili hale geleceğine ilişkin kanaatiyle, eğer müdahale edilmezse bunun durdurulamayacak bir sürecin başlangıcı olma ihtimaline ilişkin kanaati arasında kaldığı ve bir kararsızlık yaşadığı seziliyor. Son bir hafta, bu kararsızlığın ortadan kalkacağı ve iktidarın ne yapacağının kesinleşeceği bir zaman dilimi olacak, ancak karar ne olursa olsun ülkenin ve siyasetin normal olmayan hali devam edecek.
Yürüyüşe müdahale edilip edilmeyeceğinin dışında, iktidar açısından verilecek esas yanıtın ise sokağa çıkmak olduğunu görebiliyoruz. “Adalet Yürüyüşü”nün 9 Temmuz’da bitmesinin ardından rejim “Kutlu 15 Temmuz Anmaları Haftası”nı başlatacak ve büyük bir kitlesel mobilizasyonla günlere yayılan bir anmalar, mitingler, törenler geçidine tanıklık edeceğiz hep beraber. Rejimin, partinin ve liderin kutsanacağı bu eylemler silsilesi boyunca, elbette ki hedefe “Adalet Yürüyüşü”nün ve katılımcılarının yerleştirilmesi şaşırtıcı olmayacak. Bir yanda millet, öte yanda FETÖ’cüler, PKK’lılar, vatan hainleri, bölücüler, bir yanda milli irade, öte yanda dış mihrakların, üst aklın uzantısı olanlar… Yani toplum, referandum sürecinde net bir şekilde gözlemlenebildiği üzere, bir kez daha tam ortasından ikiye bölünecek, yarılmış bir ülke olma durumu daha da derinleşerek devam edecek.
İçerideki bu normal olmayan hale, dışarıdaki kimi gelişmeleri de eklemek gerekiyor elbette. Birincisi, Afrin meselesi. Suriye’deki Kürt kantonlarından Afrin’e yönelik bir operasyonun eli kulağında görünüyor ve iktidar bu operasyonu, hem kendi tabanını konsolide etmek hem de muhalefeti etkisizleştirmek, sessizleştirmek için kullanacak. Her zaman olduğu gibi “milli çıkarlar” söylemi devreye sokularak, milliyetçi bir rüzgâr estirilecek, buna dini vurgular eklenecek, Osmanlı anılacak, milli çıkarların taşıyıcılığı üstlenilecek, o çıkarları şahsında somutlaştıran lider tüm milletin lideri olarak sunulacak, kutsanacak, başkomutan yapılacak. Tüm bunlar olurken de muhaliflik bir kez daha vatana ihanet sayılacak, iktidarın politikalarına karşı çıkmak milli çıkarlara karşı çıkmak gibi sunulacak, bir kez daha “milli birlik beraberlik” şarkıları söylenecek.

Ülkenin ve siyasetin normal olmayan haline bakarken odaklanılması gereken diğer yer ise Katar. Katar’a gönderilen askerler, yapılan tatbikatlar, Katar’la kurulan varoluşsal ilişki, Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkelerinin Katar’a yönelik hamlelerinin Türkiye’yi ekonomik ve siyasi olarak nasıl etkileyeceği, bunun iç politikaya nasıl yansıyacağı, hepsi önümüzdeki günlerde siyasetin ana gündemini oluşturacak ve bu normal olmayan durumu daha da anormal hale getirecek.

İçeride ve dışarıda yine zorlu, çeşitli kırılmaların gündeme geleceği, kutuplaşmanın derinleşeceği, kriz başlıklarının artacağı bir sürece girmiş gibi görünüyoruz. Toplumsal muhalefetin hızla örgütlenmesi, siyasete müdahale kanalları açması, toplumsallaşma mekanizmaları inşa etmesi gerekiyor. Ufukta yeni bir dalga görünüyor ve hazırlıklı olmak şart.