İktidar partisi on altı yıl boyunca ülkeyi çeşitli gayriresmi koalisyonlar ve ittifaklarla, çıkar ortaklıklarıyla yönetti. Cemaatle kurulan gayriresmi koalisyon aralarında en uzun ömürlü olanıydı, sonrasında Cemaatin tasfiyesiyle ortaya çıkan boşluğu MHP doldurdu. Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde liberallerin desteği alındı, çözüm sürecinde Kürt hareketiyle birtakım müştereklerde buluşuldu, dönemsel bir çıkar ortaklığı söz konusu oldu. Her bir […]

İktidar partisi on altı yıl boyunca ülkeyi çeşitli gayriresmi koalisyonlar ve ittifaklarla, çıkar ortaklıklarıyla yönetti. Cemaatle kurulan gayriresmi koalisyon aralarında en uzun ömürlü olanıydı, sonrasında Cemaatin tasfiyesiyle ortaya çıkan boşluğu MHP doldurdu. Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde liberallerin desteği alındı, çözüm sürecinde Kürt hareketiyle birtakım müştereklerde buluşuldu, dönemsel bir çıkar ortaklığı söz konusu oldu.

Her bir koalisyon, ittifak ve çıkar ortaklığı beraberinde bir “biz”i ve bir de “onlar”ı getirdi, kimin “dost” kimin “düşman” olduğu konjonktüre göre değişti: Cemaatleyken “Ergenekoncular”, liberallerleyken “Kemalistler”, çözüm sürecinde “çözümü istemeyenler”…

Ve bugün bir “cumhur ittifakı”, bir de kendilerinden olmayan herkesi mensubu ilan ettikleri “zillet ve illet ittifakı” var.

Dolayısıyla dostlar ve düşmanlar değişse de, dost-düşman ikiliği üzerine kurulan siyaset hiç değişmedi ve bu siyaset hep olağanüstü bir havada icra edildi, siyaset milletin ve devletin düşmana karşı var olma savaşı olarak sunuldu, siyasetin “normalleşme” zemini bizzat bir iktidar stratejisi olarak ortadan kaldırıldı.

Tüm bunlar ortadayken, Fazıl Say konserinde ortaya çıkan görüntüler ve sonrasında yapılan açıklamalar üzerinden, Türkiye’nin bir normalleşme dönemine, bir toplumsal uzlaşma dönemine girme olasılığından söz edilmeye başlandı, buna inananlar, umutlananlar oldu, açıklamalar yapıldı, yazılar yazıldı.

Peki mümkün mü, iktidar bir normalleşme ve toplumsal uzlaşı siyaseti izler mi? Bu sorunun kesin bir yanıtı var ki, o da hayır. Çünkü normalleşen, sahte kutuplaşmalar üzerine inşa edilmeyen, sahte düşmanlar yaratılmayan bir siyasal iklimde o zaman başka şeyleri, örneğin ihalelerin nasıl alındığını, örneğin hazine garantili köprüleri ve yolları, örneğin sebze meyve fiyatlarını, örneğin işsizliği konuşmaya başlarız ki bundan en çok kimin zarar göreceği ve yıpranacağı açıktır.

Bakın, tam da bir zamanlar Gezi’ye beste yapmış olan Say’ın konseri üzerinden normalleşme ve toplumsal uzlaşma beklentilerinin ayyuka çıktığı günlerde “Reis” Gezi Parkı’nın yerine yapılması planlanan ama Gezi direnişiyle engellenen Topçu Kışlası projesini bir kez daha gündeme getirdi, her şeyin hazır olduğunu ve projenin hayata geçirileceğini belirtti. Yine aynı günlerde, bir zamanlar Berkin Elvan için beste yapmış olan Say konserine bakarak normalleşme ve uzlaşma hayalleri görülürken, Berkin Elvan’ın ailesine yeni bir soruşturma daha açıldı ve bilirkişi Berkin’in katilini tespit etmesine rağmen herhangi bir tutuklama kararı çıkmadı.

Peki “Reis” Say konseri örneğinde görüldüğü üzere normalleşme ve uzlaşı anlamına gelecek mesajlar vermeye devam edemez mi? Elbette ki edebilir, ancak normalin ne olduğunu ve uzlaşmanın ne anlama geldiğini yine bizzat bu iktidarın kendisi belirleyecektir. Bu ise anormalin normalleşmesi, kurulmuş olan ve normal olmayan bu rejimin normal olarak görülmesi anlamında bir normalleşmedir. Toplumsal uzlaşı ile kastedilen ise rejimin yapısına, fıtratına, icraatlarına biat etmek demektir. Yani aslında talep edilen kanıksama, alışma ve biattir.

Bu normalleşme ve uzlaşı davetine icabet edilerek varılabilecek bir yer var mıdır peki? Kesin bir şekilde söyleyebiliriz ki yoktur. Esas olarak ihtiyaç duyduğumuz şey, sınırlarını iktidarın belirlediği bir normalleşme ve uzlaşı değil, yapay kutuplaşmaların yerini hakiki kutuplaşmaların, hakiki saflaşmaların aldığı bir siyaseti var edebilmek ve siyaset sahnesine çıkarabilmektir.