Nuriye ve Semih yargılarken…

Çocukken en çok duyduğumuz söz: “Öğretmen ol, hayatın garanti olur, yarım gün işe gidersin, sonra keyfine bakarsın.”
Ortaokula geldiğimizde, okul öğretmen liselerine özel geziler düzenlemeye başladı. Herkes ya fen lisesine ya öğretmen lisesine gitmek istiyor. Ya bilim insanı ya öğretmen olmak yani…

Son dönemde binlerce öğretmen, akademisyen, bilim insanı, KHK’lerle işinden edildi. Bir daha iş bulmalarının da önüne geçen düzenlemelerle, hayatları, hayalleri ziyan ediliyor.

İşten atıldığı için intihar eden öğretmenlerin, akademisyenlerin haberlerini okuyor gazetelerde o öğretmenlerin okuma yazma öğrettiği çocuklar.

“Hayatın garanti olur…” denen bir meslekten iki insanın hayatı için endişe ediyoruz aylardır: Nuriye ve Semih.

Önce “İşimi geri istiyorum” yazılı bir fotoğrafını gördük Nuriye ve Semih’in. Tanıştığımızda Nuriye, “ben zekâmı kaybetmedim.

Sadece yemek yemiyorum” demişti. “Tabii ki yaşamak istiyorum. Ama taleplerimin karşılanmasını da istiyorum.”

110 küsur gündür hapisteler… Mevzunun başlangıcı? İşlerini geri istiyorlar.

Tutuklandıklarından bu yana geçen dört aya yakın zamanda, Türkiye’den ve uluslararası mecradan pek çok sanatçıdan, siyasetçiden, STK’den çağrı geldi, hepsine kulak tıkandı. Açlık grevinin 111. gününde 111 kişi gazeteye ilan verip adalet aradık: “Nuriye ve Semih’in talepleri karşılansın” Sonra hepimiz hedef gösterildik…

14 Eylül Perşembe günü, nihayet mahkemeye çıkacaklardı. Birkaç gün öncesinde avukatları gözaltına alınarak savunma hakları gasp edildi. Mahkemenin tanığı olarak da olsa onları savunuruz diyerek yollara düştük.

Ankara Adliyesi’nin önüne vardığımızda bizi, göz yaşartan bir karşılama bekliyordu: Polis basın açıklaması yapmak isteyenlere biber gazıyla saldırdı. Zorlukla adliyeye girdik. Binanın her tarafından kablolar sarkıyor. Adliye tadilattaymış. İnşaat ustaları, polisler, avukatlar, gazeteciler, destekçiler… Dev bir inşaatın içindeyiz. Merdivenler boyunca sıkış tepiş bekliyoruz.

Avukatlar baro kartlarını, gazeteciler basın kartlarını havaya kaldırmış salona girmeye çalışıyor… Avukatların müvekkillerini savunmaya başlamadan salona girme haklarını savunduğu; davayı haber yapacak gazetecilerin salona girmesinin haber değeri olduğu tipik bir mahkeme günü...

Bir kısmımız arbedeye rağmen salona girebiliyoruz. Nuriye ve Semih işine iade edilsin eyleminde polis tarafından kolu kırılan, Berkin’in annesi Gülsüm Elvan da kolu askıda, salonda. İkrar Sarısülük de… Veli Saçılık da… Milletvekilleri, STK temsilcileri, uluslarası gözlemciler…

Mahkeme salonuna koridordan çığlıklar geliyor. Salona girmek isteyen avukatları, destekçileri, gazetecileri polis darp ediyor.

Bize “öğrenci olaylarına karışma” derlerdi. Biz öğretmen olaylarından dayak yiyoruz.

Avukatlar, üzerlerinde tekme izleriyle salona giriyor.

Yemek bulunca yemeyenlerin yargılandığı bir mahkemenin dayak görünce kaçmayan savunucuları olarak yerlerini alıyorlar.

Nuriye ve Semih mahkemeye getirilmemiş. Personel eksikliği ve Nuriye’yle Semih’in sağlık durumu göz önünde bulundurularak…

Avukat Murat Yılmaz, personel eksikliği diye bir şeyin söz konusu olmadığını, kapı önündeki polisler yahut Yüksel Caddesi’nde gözaltı yapılacağında sağlanan polislere bakıldığında bunun anlaşılabileceğini söylüyor.

Öğretmen Acun Karadağ’a isnat edilen suçlar okunuyor. Facebook ve Twitter paylaşımlarını da içeren uzunca listede; “işimi geri istiyorum” yazısı, Facebook profilinde çocuklarla fotoğraf paylaşmak, kapak resmi olarak Nuriye ve Semih’i koymak da var…
Savcı mütalaasında Nuriye ve Semih’in tutukluluğunun devamını istiyor. Savcı “Semih ve” diye söze başlayıp “Semih Özakça ve” diye düzeltiyor. Çünkü kulak tıkamaya çalıştıkları sesimizi zihinlerinde bile bastıramamışlar. “Nuriye ve Semih”in avukatları derhal beraat istiyor. Av. Betül Vangölü Kozağaçlı: “Bugün Nuriye’yle görüşen arkadaşımız, sağlık durumunun iyi olmadığını, sık sık kustuğunu, mahkemeye çıkma motivasyonundan güç aldığını söyledi.”

Avukatlar, isnat edilen suçların aksine, Nuriye ve Semih’in mesleklerini yapmak isteyen iki eğitim insanı olduğunun altını çiziyor.

Su almak için salondan çıktım. Adliyede kayboldum, katlar arasında dört dönüyorum. Bir polis “nereyi arıyorsun” dedi.

- Nuriye ve Semih’in davası hangi salonda?

- Örgüt davası mı?

- Hayır, Nuriye ve Semih’in davası.

- Örgüt?

- Hayır öğretmenler.

- Tamam işte örgüt…

- Hayır öğretmenler…

Yargılaması daha kapı önündeki kolluk kuvvetlerinden başlayan davanın görüldüğü salona geri döndüğümde, Sakarya Baro Başkanı Av. Zafer Kazan: “Savunacak bir şey bulmakta zorlanıyoruz çünkü iddianamede bir delil yok,” diyordu. “Ceza hukukunda kıyas yasak, bu iddianamede kıyas var. Şu eyleme dönüşebilir diye bir yargılama olamaz.”

Karar için verilen arada Esra Özakça ile konuşuyoruz. Açlık grevinin 115. gününde. Çok zayıflamış ama gözleri ışık ışık: “Onlar zorladıkça biz daha metanetli olduk” diyor.

Hâkim kararı okumaya başladı… “Nuriye ve Semih’in” tutukluluklarının devamına… Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın değil… Nuriye ve Semih diyerek… Adlarını ananlar dahi suçlansa da, söz uçmuyor. Söz nakşoluyor… Yine söylüyoruz: Nuriye ve Semih!

Sonraki dava 28 Eylülde Sincan’da.

Çoğumuz, Nuriye ve Semih’ten haberdar olduğumuzda, açlık grevinin 50. gününü geride bırakmışlardı. Eylemlerde gördüğümüz fotoğraflarının çoğunda, yüzlerinde sağlık sebebiyle maske var. Kahraman olarak sunulmadılar. Fotoğraf olarak bakıldığında güç idolü değiller. Sadece işlerini geri istiyorlar. Akademisyen Nuriye ve Öğretmen Semih işlerinden edilmeseydi, sıralarda öğrencileri oturacaktı. Bu hakları ellerinden alındığı için biz mahkeme sıralarında oturup tanıklık ediyoruz. “Öğretmen ol hayatın garanti olur” denerek büyütülmüş çocuklar olarak, mesleğini sürdürmek isteyen öğretmenlerin hayatı için ses veriyoruz:

Yaşasın Nuriye ve Semih!