İnsanlar Güney’den Kuzey’e, Doğu’dan Batı’ya hep göç edecekler; çünkü tehlike her yerdedir, sömürü yereldir, küreseldir; halk çocuklarının serüvene atılmaktan başka çareleri yoktur.

O büyük ülkenin göçmenleriyiz…

Nedeni ne olursa olsun göçmenlik, göçebelik, mültecilik zor iştir. Hayatınız tümüyle değişir. Üstelik bu büyük değişiklik sizi önceki zamanlara göre daha tutucu statükocu yapar. Çünkü geçmişinizi, kişisel tarihinizi önceki alışkanlıklarınızı yenilemek, zenginleştirmek istediğiniz eleştirinin hoyrat ellerine bırakmak istediğiniz kültürünüzü hep korumak istersiniz. Eski yerinizin, eski kentinizin, kasabanızın hiç beğenmediğiniz sokakları burnunuzda tüter. Savunmak bir yana sürekli eleştirdiğiniz değiştirmek için çaba harcadığınız ne varsa, içinizdeki o derin kuşkuya, ne oldu bana şimdi kırıklığına rağmen savunmak için yanıp tutuşursunuz. Buna özlem diyorlar, yurtsama, daüssıla diyen de var, Almanlar “Heimweh” derler. Geçmiş sizi çeker, gelecek, korkuyla karışık belirsizliğin tüm karabasanı ile üstünüze çöker.


Nasıl neden geldiniz siz buralara, bu yaban ellerine? Zorlu bir hayatınız vardı ama ansızın savaş başladı. Varınızı yoğunuzu satıp savdınız, düştünüz yollara. İşi rast gidenlerdenseniz, evraktır, izindir, vizedir hallettiniz ve sonunda indiniz o büyük ülkenin şaşaalı havaalanına. Ama büyük bir olasılıkla öyle olmadı, sınır aşmak için paralar harcadınız, çoluk çocuk bir büyük perişanlığı göze alıp, belki belki değil gittikçe artan bir ihtimal olarak ölümü de hesapladınız; başka çare yok demiş olmalısınız, kolay mı candan vazgeçmek, eşi, kardeşi, çocukları ölümün kıyısına kadar gidilecek çaresiz maceraya ortak etmek. Besbelli ki başka yol yoktu, başka bir çıkış yoktu sizin için. Başardığınızı varsayalım; ölümleri geçelim, hep yaptığımız gibi unutalım onları, indiniz o büyük ülkenin büyük bir kentine.

Şimdi hesaplar yeniden yapılacak. Yavaşça bilincinize çıkıyor gerçeğin gerçekliğin tatsız, rengi, kokusu. Anlıyorsunuz gitmek, terk etmek zorunluluksa, dönmek de artık imkânsızdır… Orda kaldı, belki şimdi harabeye dönmüştür köyünüz, bombalanmış olabilir ya da şeriatın kanunlarını uygulamaya başlayan, kol kafa kesen tuhaf bir çete egemen olmuştur. Öyle olmasa bile artık çok geç, dönseniz dönebilseniz bile eski köyünüzü, kasabanızı, kentinizi, ülkenizi bulamayacaksınız… Daha siz yola çıktığınızda değişmeye başladı çünkü her şey.

Göçün politik ekonomisi

Göçmenlerin, bir zamanlar bize yaptıkları gibi sınır kapılarında davul zurna ile karşılandıkları zamanlar geçti. O yıllarda Batı işgücü açığını kapatmak için ayağınıza kadar geliyordu; hoyrattılar, sağlıklı olup olmadığınızı anlamak için sağlık kontrolünden çırılçıplak muayeneden geçiriyor, dişlerinize bile bakıyorlardı. Başka bir zamandı. Şimdi dünyanın bütün ülkelerinde sınırlarda beton ya da metal bir ihtimal elektrik verilmiş yüksek duvarlar var artık. O duvarları, sınırları geçmeyi başarabilirsiniz belki ama en büyük, en vahşi sınırı, denizi geçmek zor oluyor; kimi zaman o zorunlu serüven denizin kıyısında sona eriyor. Ölümler orada yığınsallaşıyor, paraları cebe indiren korsanlar sizi sessizce denizin kıyısında, ortasında kaderinizle baş başa bırakıp buharlaşıveriyorlar.

Diyelim bütün bu zorlu sınavlardan geçtiniz. O öteki ülkenin kalabalığı içindesiniz. İşsizsiniz ama. Yaşamak için iş bulmanız, çalışmanız gerekiyor. Merak etmeyin. Boğaz tokluğuna sizi çalıştıracak merdiven altı bir sanayi bulacaksınız kimi ülkelerde. Asgari dedikleri ücretin de altında bir ücretle çalışmayı göze alacaksınız başka çareniz yok. O ülkenin yerlileri size fena halde kızacaklar, orada zaten yüksek olan işsizliği bir de sizin artırdığınızı söyleyecekler. Ücretlerin asgarisini bile almakta zorlanan işçiler siz öteki ülkelerden gelen işçilere işsizlere hiç de dostça bakmayacaklar. Zaten o ülkenin irili ufaklı kapitalistlerinin istediği de budur. Ücretler genel düzeyi aşağılara inecek, gelir dağılımı dedikleri tuhaf hesaplama bile artık konuşulmaz olacaktır. Sınıf kardeşleriniz de sizi dostça karşılamayacaklar, çünkü siz yedek işçi ordusunun nüfusunu daha da artırdınız, patronlar ücretler genel düzeyini aşağılara indirdikçe sendikalar durumu korumak için uğraşır haline geldiler.

Kapitalist dünya önce sınırları kapatır, küreselleşme denilen şeyin yalnızca sermayenin serbest dolaşımı için olduğunu, işçilerin işsizlerin serbest dolaşımı diye bir şey olmadığını anlatır. Kazara sınırı geçmeyi başarmışsanız bu kez bu durumu kendi çıkarları için kullanmayı da iyi bilecektir serbest piyasanın serbest patronları.

Çok kültürlülük mü?

O nedenle de sizi yok ücretle çalıştırırken, aşağılamayı, kültürünüzü horlamayı da ihmal etmeyecektir. Siz de o büyük açmazın içinde kalacak sizi siz yapan özelliklerinizi isteseniz bile sınır kapısında bırakamayacaksınız. Size entegrasyondan, uyumdan, asimilasyondan söz edecekler. Siz farkına bile varmadan direneceksiniz, ne istiyor bu insanlar bizden diyeceksiniz; çünkü göçmen, göçebe ya da mülteci, kültürünü kıskançlıkla savunur, statükocudur, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek kültürel değişimden haklı olarak korkar, o nedenle onun asimile edilmesi neredeyse imkânsızdır, gereksizdir de üstelik… Siz bunu söyledikçe üstünüze üstünüze gelirler, dazlaklarını, düşmanlıktan büyük zevk alan uyuşturucu müptelalarını üstünüze salarlar. Aslında yapacak bir şey yoktur, bunu da pek güzel bilirler; üniversitelerin kürsülerinde yayvan ağızlarla çok sayfalı, çok alıntılı tezlerini yüzünüze okurlar, çok kültürlü olmaktan söz ederler, gerçekte bir ülkenin çok kültürlü olması imkânsızdır, çünkü kültürler arası diyalog bir tür sağırlar diyaloğudur… Biz yıllardır yaşıyoruz bu hikâyeyi.
Kasabadan kenti görmeden zengin Batıya göç eden köylülerdik bizler, o nedenle gittiğimiz yerlerde yoksulluğu yendiğimizi zannettik… Önce ürktük, sonra kabuğumuza çekildik, sonra paralel bir evren kurduk kendimize… Şimdi sınırı geçmeyi başaranlara anlatalım da kısa tarihimizi hiç değilse bilsinler başlarına neler gelecek.

Bizim hikâyemizin özeti şöyledir: Önce misafirdik, sonra göçmen olduk, sonra da göçüp gittik bu dünyadan…

Göçmenin kültürü, gittiği ülkenin kültürü ile tanışır ama baskın olanla karıştığını hiç görmedim. İşte sizin sınırı geçip ulaştığınız ülkedeki geleceğiniz de böyle bir gelecektir. Çare soruyorsanız bilmiyorum. Bildiğim çareler hep sorunu çözeceğini söyleyen sistemin sorunun kendisi olduğuna dairdir. Sistemi kökten değiştirmeden ne gittiğiniz ülkenin işçileri, çalışanları ne de sizin için bir çıkış yolu var. Ne de kolay söylüyorsunuz diye geçiyor sanırım içinizden; haklısınız, bu konu üzerinde konuşulması kolay gerçekleştirilmesi zor olandır. Daha biz bu konuyu nasıl konuşacağımızı bile bunca yıldır öğrenemedik. Tartışmalarımız hep bir yerde tıkandı. Bir ara konunun adını anmak çözümün kendisidir gibi gelmişti bize, değilmiş. Adını değil içini öğrenmek gerekiyormuş. Epeyce yol aldığımızı söyleyebiliyoruz; gittikçe de çetrefilleşiyor işler. Geçmişin karanlıklarında kolay görünen çözümler de uzun ömürlü olamadı işte. Yine de yitirmedik umudumuzu.

***

Kabul edelim, insanlar Güney’den Kuzey’e, Doğu’dan Batı’ya, her yerden her yere hep göç edecekler; çünkü tehlike her yerdedir, sömürü yereldir, ulusaldır, küreseldir; yoksul halk çocuklarının cefa çekmeyi göze alarak o kaçınılmaz serüvene atılmaktan başka çareleri yoktur. Bu büyük yürüyüş, ne zaman sorunun kalbine yürümeyi başarırsa, ne zaman dünyanın göçmenleri güçlerini birleştirirse o zaman bitecek, o zaman tamam diyeceğiz, tamam zamanı geldi.

Kabul edelim, Güney’den Kuzey’e, Doğu’dan Batı’ya, her yerden her yere göçüyor insanlar. Dünya büyük, çok büyük bir göç ülkesi oldu.

Öyledir. Biz de o büyük ülkenin ölümü hiçe sayan göçmenleriyiz artık…