Yedi yaşındaki bir çocuk daha ağzında süt dişleri ve süt kokusu olan çocuktur.

Yedi yaşındaki bir çocuk hayata gözlerini yedi yıl önce açmış bir çocuktur.

Yedi yaşında bir çocuk elektrik düğmesine uzanamaz, tek başına karşıdan karşıya geçemez, özbakımını sağlamakta zorlanır. Uzun süreli kalem tutmayı beceremez, dikkati geçicidir, sadece  duyu organlarıyla kavradığı fizik bir dünyası vardır, zihinsel gelişimi daha somut düşünce evresindedir. Ve  bütün çocukluk dönemi gibi hayata dair itimadı, güveni kırılgan ve incecik kalbi “kapanamaz yaralanmalara” açıktır.

Ama eğer bu yedi yaşında  çocuk Mersinli Ş.T. gibi Yeni Türkiye’de yaşıyorsa psikolojik, pedagojik, hukuki evrensel normlar bir hışımla olumsuzlanır ve polis fezlekesinde “zanlı” iddiasıyla soruşturma açılabilirdi.

Batı Şeria’da 7-9 yaşındaki Filistinli çocukları ters kelepçeleyip  “erişkin azılı suçlu” gibi cezalandıran saldırgan “güvenlikçi” İsrail Devleti’yle aramızdaki “çocuk hak ihlal” şiddet farkı sıfırlanırdı.

Ve sizin hayal dünyanızdan yedi yaşındaki Ş.T.’nin Suruç’ta “kasklı, coplu, biber gazlı ve TOMA takviyeli polise mukavemet ettiği, devlet malına zarar verdiği, taş ve molotof attığı, yasadışı eylemlere katılan” bir Kürt çocuğu  ezber yargısı kuvvetle çağrılırdı.

Anayasa, Türk Ceza Kanunu, insan ve çocuk hakları mevzuatı “Yeni Türkiye’nin” küresel konspirasyon ve tarihi bit pazarı yağması ön belleğine sızmazdı. 

Oysa küçük Ş.T. hayatında Suruç’a gitmemişti, babaannesi ekim ayında Koban’e eylemlerine destek vermek üzere gittiği Suruç’ta kaldığı çadırda rutin aramada çantasından küçük Ş.T.’in kimliği çıkınca kimlik bilgileri “sessizce” fişlenmiş, derin kayıtlara işlenmişti.

Elçin Yıldıran’ın BirGün gazetesindeki haberinden öğrenmiştik ki, “21 yy’ın Büyük Türkiyesi” küçük Ş.T’ yi  karakolda gözaltı sürecinde ifadesini almış ve ardından savcılığa sevk etmişti.       

Ş.T. yaşadığı ve muhtemelen idrak edemediği ama çocuk dünyasının sarsıldığı  bu feci adli tecrübeden sonra geceleri çığlıkla uyanıyordu.  

Ama birilerinin birilerini sahiplenme kültürünün yeşerdiği yerde hınç ayinleriyle yekten lanetlendiği “İç Güvenlik Paket cennetinde” küçücük bir Kürt çocuğunun lafı mı olurdu?

Muktedirin tık nefes kalmış korumalar eşliğinde bisiklete binip “çocuk gibi şenlendiği” cihan devleti “gücünü” duvarlarında çocuk kanı kurumuş “yüksek güvenlikli”  çocuk cezaevleri ve karakol ıssızlığında sigaya çekilen yedi yaş çocuklarla ödünlerdi.

Kürt çocukları, Alevi çocukları, doğar doğmaz soy kodları “alın yazısı” gibi işlenen ömür boyu izlenen  Gayri Müslim çocukları, “milli cüssenin” hem asimilasyon hem de ceza ve tecritle ıslah ettiği “asla çocuk sayılmayan, tehdit unsurları” olduğu açık devlet bilgisiydi.

Faşist güdüler, mışıl mışıl uyutulduğu millet bağrından lüzum halinde “canavarca” uyandırılması gerekirse günün rengine uygun “terörist kategorisine” yerleştirilmiş bir çocuk imgesi yedekte bekletilirdi.

Berkin çocuğumuz gibi ölüsü, anası, hatırası, adaleti ve davası rejim güçlerinin ideolojik “akıl oyunlarına” uzun erimli operasyonel  malzeme olurdu.

Böylece “kabileci ”kitleler  öldürülmüş çocuklara “hak etmiştir ekmek belgesi bile yokmuş” diye heyheylenip kinini tazeler sonra derin “hipnoz” uykusuna devam ederdi. 

Devlet güçlerince infaz edilen çocukların, onlar daha doğmadan uzun zaman önce çocuk olma haklarının gasp edildiğini “milletçe” bilirdik. Tarihi boyunca vatandaşına karşı işlediği bir tek suçu yargılanmamış, bedeli ödetilmemiş “hukuksuzluğunu” kurumsallaştırmış devlet aygıtı, korkarız ki “Yeni Türkiye” jeneriği altında kundaktaki bebekten bile yargılanma rüştlüğüne erişmiş “iç düşman” çıkartmayı deneyebilirdi.