Haftalarca sahnedeydi, bazen bir kahvede, elde olta balıkçıların yanı başında, markette karısıyla, televizyon stüdyolarında. Hande’yle Nagehan’ı bile mor etmeyi becerdi. Küçük bir çocuğun gönderdiği bir gram altınla verdiği desteği anlatarak taraftarlarını hıçkırıklara boğmayı başardı, “Ben kaç senedir Ülkücüyüm, bana Yüzüklerin Efendisi’ni anlattırma bak,” deyip fütursuz hasmını susturmayı da başardı.

Başarılıydı, çok başarılı, bir belediye başkanının deyişiyle Demirel ile Ecevit’in bir karışımıydı, camiye gidiyor, uzay madenciliği de diyordu, bisiklete biniyor, sabah evden çıkmadan Ayetel Kürsi de okuyordu.

Erzincan’dan Diyarbekir’e, Yalova’dan Rize’ye dolaştı, konuştu, güldü, güldürdü. Utanma, hesap verme, liyakat, eşitlik, kardeşlik gibi senelerdir unutulmuş değerleri yeniden hatırlattı. Belki laiklik demedi, Kürt sorununda da pek açık konuşmadı, ama herkes anadilini öğrenecek, istemeyen din dersi almayacak, diyerek gönüllere su serpti. Ne de olsa bu ülke Kanada veya Norveç değildi; bir tweet atanın hapse atıldığı, eğitim sistemini eleştiren gençlere Kadıköy çarşısında aleni işkence yapıldığı, son bir senede 2899 kütüphanenin kapatıldığı, buna karşın hiçbir devlet görevlisinin hesap vermediği, ölenin babasının kesesinden gittiği bir cehennemdi.

Üyesi olduğu partinin liderinin nazik, saygılı, alçakgönüllü, belki pısırık muhalefet tavrına inat, rakibine “Recep bana bak” deyip kâh yargıladı, “Emekliye ayrıl, torununu sev” diye kâh öğütler verdi. Başından beri bir suç örgütü gibi çalışan bu düzenden hesap sormayacağına, devri sabık yaratmayacağına -belki de 16 Nisan benzeri bir dalavere olmasın diye- özellikle dikkat çekti. Ama hasmını alkışlayan generalin apoletlerini sökeceğini tekrarla söyledi, seçmenleri nezdinde güven tazeledi.

16 Nisan’da hile ile yenilmiş -silahlı çetelere teslim olmuş, korkak parti yönetimine mecburen boyun eğmiş- seçmenlerine ciddi vaatleri vardı: “YSK’yi bana bırakın, hiç kimsenin oyunu çalamazlar, oylarınızı canım pahasına koruyacağım, 50 bin avukatla orada olacağım, siz sandıkları terk etmeyin yeter” dedi. Bu açıklamanın da verdiği moralle ona gönül veren binlerce genç erkek ve kadın, yaşlı insan, harıl harıl oyların çalınmaması için seferber olacaktı. Yüzlerini bile görmediği, o gün ve gece geldiğinde büyük heyecanla sandıkları bekleyecek, aç, susuz, çetelerin tehdidi altında kalacak binlerce insan.

Ve maraton bitti, beklenen o gün geldi, akşam saat beşte bir göründü, sonra sır oldu, bir daha onu gören, sesini duyan olmadı, gece boyu gaz, plastik kurşun, pompalı tüfek tehdidine maruz kalan, sabahın ilk ışıklarına kadar sandıkları, oy dolu torbaları umutsuzca taşıyan, iktidardaki hasmının balkon konuşması hazırlıklarına, YSK’nin hilelerine karşı tek cümle açıklama bekleyenler, yağmur altında gelip yanlarında durmasını arzulayanlar, eli böğürlerinde kalakaldı.

Oysa YSK önünde öğleden kamyonlar birikmişti. Zaten YSK önüne falan gitmedi, yanında avukatlar da yoktu, ama yüzü kireç gibiydi. Sabaha kadar taraftarlarını yapayalnız bırakmış, gencecik çocukların çağrılarına dahi cevap verme zahmeti göstermemişti. Sadece gece yarısı bir gazeteci ‘dostuna’ Whatsapp’tan yazdı: Adam kazandı.

Ertesi gün kameraların karşısına geçti, takım elbisesi üstünde, dinlenmiş, mutlu, utanma veya hesap verme pek değil, daha çok şımarık çocuk edası vardı yüzünde, gece seçim sonuçlarından çok o ve ailesi için endişe edenleri bir güzel payladı, ancak şizofrenler böyle düşünürdü, kimse onu tehdit edemezdi, oysa daha geçen yıl bizzat lideri sokakları tuttular, çıksaydık kan dökülürdü, demişti. Endişeli taraftarlarına karşı sertleşen sesi, nedense rakibine geldiğinde birden yumuşadı. Demokrasiye saygı duyduğunu söyledi, sayın rakibini bir güzel tebrik etti. Kazanan ve kaybeden olacak, demokrasimizin güzelliği bu, öyle sokaklara çıkalım, bu demokrasi değil ki, deyiverdi.

İki ayda yarattığı dev umut dalgasını, o gece berhava etti. Hiçbir açıklama, hiçbir özeleştiri yapmadan, kendisine yürü denirse tabii ki yürüyeceğini söyleyerek, taraftarlarına bu kez yeni hedefini işaret etti: Yüzde 30 oy almıştı; artık parti genel başkanı olacaktı. 24 Haziran’a kadar yarıştığı rakibinin adamları da kalan geceden başlayarak bunu istiyorlardı. Yolu açık olsun, bizim de.