“Dağılın!” Megafonun metalik sesi meydanda toplanmış bedenlere sesleniyordu. Bedenler, kolaylıkla dağılıp tekrar bir araya gelebilen parçalar. Anonsa rağmen dağılmadılar. Sonra bir kez daha o metalik ses duyuldu: “Dağılmazsanız müdahale edeceğiz!” Ve meydanda birdenbire ortaya çıkmış bu çok başlı, çok gövdeli, çok ayaklı güzelliği şiddet kullanarak dağıttılar. Bedenler ne zaman kendiliğinden bir araya gelerek toplaşsalar ve aralarında yatay bağlantılar inşa edip örgütlenmeye kalkışsalar, hep aynı metalik ses duyuluyor. Dikey örgütlenmenin sesi metaliktir. Ve dikey yapı, yatay ağları parçaladıkça daha da dikleşiyor. Hükümdarın kolları mekaniktir; kolluk kuvvetleri kırılgan bedenleri kolaylıkla dağıtabiliyor. Evlerine sığınsalar da, çok başlı, çok gövdeli, çok ayaklı güzellikleri akıllarının ucundan bile geçirmesinler diye ekranlardan hep o metalik ses yükseliyor: “Dağılın!” Yasalar, dağılan parçaların sadece dikey olarak bir araya gelmelerine izin vermiştir. Dağılan benliğin, kendini toparlaması için dikey bütüne boyun eğmesi gerekir. Faşizm, dağılmaya teşne benliğin, kendi dışındaki dikey yapılarda birlik ve bütünlük arayışının tarihidir ve aynı zamanda korkunun.

Bizim hikâyemiz, kozmik korkunun resmi korkuya evrilmesinin hikâyesidir. Önce kozmik korku vardı; kırılgan bedenin evren karşısında duyduğu korku. Zygmunt Bauman, Mihail Bahtin’in kozmik korku kavramını şöyle açıklıyor: “Kozmik korkunun temelinde, yıldızlarla dolu gökyüzü ya da dağların muazzam kütlesi ile kıyaslandığında daha da çarpıcı bir manzara oluşturan yumuşak ve narin bedeniyle insanın acizliği, kırılganlığı, evrenin sonsuz büyüklüğü karşısında korkudan benzi atan ölümlü bir varlık, bir hiç olduğu ve evrene ihtişamını veren o muazzam gücü kavramasının mümkün olmadığı bilinci yatar” (Iskarta Hayatlar, Can). İnsanın kavrama gücünün dışında kalan, varlığı ve eylemleriyle insana her an kırılganlığını hatırlatan evren karşısında duyulan belirsizlik, panik ve dehşet duygusu uyandırıyor. İnsanın insan üzerindeki tahakkümü ortaya çıkınca, kendilerini tanrı-kral ilan eden despotlar iktidarlarını yine kozmik korkuya dayandırdılar. Evren, tanrı-krallar aracılığıyla konuşan bir tanrıya dönüşmüş ve “resmi korku, kozmik korku örüntüsüyle şekillenmiştir” (Bauman).

***

Korkutucu evren, korkutucu tanrıya dönüşünce, insan uysal, itaatkâr ve teslimiyetçi olduğu takdirde tanrının gazabından kendini koruyabilecekti. Tanrının yasaları ve yasakları vardı; insan tanrının koruyuculuğunu talep ettiği ölçüde yasalarına uyacak ve tanrı da sözleşmenin tarafı olarak insanı koruyacaktı. Yasalı, düzenli bir evrendi bu, bir kozmoz. Kırılgan insanın sığındığı bu son kozmoz, yani sosyal devlet, tanrı-kralların yeniden mutlak güç talep etmek için sözleşmeyi tek taraflı olarak feshetmeleriyle birlikte yerini kuralsız, yasasız bir evrene bıraktı. Mutlak güç, mutlak korkuyu, korku da kırılgan insanın mutlak güce koşulsuz boyun eğmesini gerektirir. Kozmik korkuya kaotik korkuyu da ekleyerek iktidarlarını pekiştirdiler. Artık tanrı-kral Sina Dağı’nın sözleşmeci tanrısının temsilcisi değil, Eyüp’ün Kitabı’nın tanrısının kralıdır. Bu kutsal hikâyede tanrı, hiçbir kurala ve kaideye uymayan bir mutlak güç olarak zuhur eder. Ve “’Eyüp’ün kitabı çok sonraları Carl Schmitt’in söyleyeceği şu sözü haklı çıkarır: “Hükümdar, istisna yapma gücünü elinde bulundurandır”’ (Bauman).

***

İstisna gücünü ele geçiren hükümdar, mutlak bir güç olarak sözleşmeleri tek taraflı olarak feshediyor artık. Ve bedenler, hâlâ sözleşmeci bir tanrı varmış gibi, tanrı-krala ısrarla feshettiği sözleşmeyi hatırlatıyor ve sözleşmeye uyma çağrısı yapıyor. Yasasız bir evren, mutlak güce koşulsuz teslim olmayı gerektirir. Ve sizden, bu mutlak güce koşulsuz boyun eğmeniz, despotik bütünle birleşerek faşistleşmeniz bekleniyor. O hâlde şimdi dağılmanın ve yeni öznellikler keşfetmenin zamanı; “bir üstbeni oluşturmaya can atan bir bütünlüğe hapsolmuş bir öznellik arayışı değil, bölünebilir, çoğaltılabilir, geçişli ve iptal edilebilir birçok gruba aynı anda yayılan bir grup öznelliği” (Deleuze). Dağılalım artık! Dağılalım ve yatay bağlantılarla çok başlı, çok gövdeli ve çok ayaklı güzellikler yaratalım. Dünyayı despotların elinden ancak böylesi güzellikler kurtarabilir.