Hani Memleket Tabipliği’nde bazen memleket meselelerine de giriyoruz ya...
Bugün de öyle olacak.
Ümit Kıvanç geçen hafta Radikal’de ve kendi blogunda üç yazı yazdı.
İlk yazısında geçen “haziransever nasyonel sosyalistler” tabiri nedeniyle, kendi ifadesiyle, Twitter’da lince uğramış.
Kendisi, tweet atarak da açıklamış, bu ifadeyle Birleşik Haziran Hareketi’ni değil, ama kendini hem bu harekete hem Gezi isyanına yakın gösteren milliyetçi bir takım insanları kastetmiş.
Neyse, işin bu bölümü beş on dakika içinde ortadan kalkmış ama…
İş gene “Yetmez Ama Evet” meselesine gelmiş.
• • •

Zaten bir kişi için “Bu, Yetmez Ama Evet oyu vermişti” demeniz, o insanın adi, aşağılık, yüzsüz, pislik, omurgasız, satılık vesaire olmasına yetiyormuş.
2010 Referandumu, sonrasında AKP’nin yaptıkları, bu arada Taraf gazetesi, kendisinin orada yazması…
Hepsi tartışılabilir, eleştirilebilir konularmış.
AKP’nin bu memlekette sökmeyecek, çıkışsız bir totalitarizm yoluna dümen kıracağını niye görememiş, buna elbette kafa patlatmış.
Yanılgısına hangi düşüncelerin, varsayımların yol açtığını, “Böyle yapacaklar” diyen kimselere neden kulak asmadığını konuşmak tartışmak istemiş.
Ama, bunu, hakkında yalanlar uyduran, iftiralar atanlarla aynı ortamda yapmak istememiş.
(Hem zaten) Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik’i, tapeler, Kabataş yalanı, Soma üzerine yazdıkları “Evet, ben de çok aptalım” demekten daha işe yarar bir özeleştiri şekli değil miymiş?
(Ve fakat) Bunlar birilerini tatmin etmiyor, çünkü kendilerini doğrulamasına, yüceltmesine hizmet etmiyormuş.
Özeti böyle.

• • •

Öncelikle, tabii ki kendisine yapılan hiçbir hakarete katılmıyor ve de kınıyorum.
Ayrıca; bütün Yetmez Ama Evet’çileri de aynı kefeye koymuyorum.
(Bir bölümü için, hakikaten, acımaktan başka bir şey gelmiyor içimden.)
Hepsinde ortak olan “Derin devlet, askeri vesayet, İttihatçı zihniyet” tarih okumasının komikliği için bir şey yazmaya da (artık) gerek duymuyorum.
Ama mevzu burada bitmiyor.

• • •

Mesele hiç de Ümit Kıvanç’ın geçiştirmeye çalıştığı kadar basit değil.
Evet, eski rejim de hiç matah değildi de…
AKP’nin on üç yıla varan iktidarında, eskisinden çok daha baskıcı, çok daha otoriter, çok daha faşizan bir tek parti rejimi kuruldu.
Üstelik bu öyle bir gecede de olmadı.
İnsanlar hakkında akıl almaz iftiralar atıldı, ipe sapa gelmez suçlamalar uyduruldu, gözaltına alındılar, tutuklandılar, hapsedildiler, hakaretlere uğradılar, intihara sürüklendiler, hayatlarını kaybettiler…
Caddeler, sokaklar gaz odasına, açık hava işkencehanesine döndü…
Çok daha fazlasını hepimiz biliyoruz.

• • •

Ve “sol liberal”ler, bu rejimin kurulma sürecinde yıllarca AKP’nin değirmenine su; 2010 Referandumu’nda ise TOMA’sına biber gazı solüsyonu taşıdılar.
(Sayıca az olmalarına rağmen etkili olmaları bu yüzdendir.)
Bizim kendilerini her gördüğümüzde burnumuza biber gazı kokusu gelmesi, genzimizin yanması, yüreğimizin sıkışması…
Yaşadığımız o dehşet günlerine geri dönmemiz…
Öfke nöbetine yakalanmamız…
Fight or flight moduna girmemiz bundandır.
O kadarını bari anlasınlar da…
Hâlâ daha bize saldırmasınlar.
Gerisi kendi problemleri.