Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Birkaç hafta önce “Dilin Kemiği”nde, Nilgün Cerrahoğlu’nun Cumhuriyet gazetesindeki köşesinin adının neden “Sağanak” değil de “Sağnak” olduğunu sormuştum. Çünkü güncel yazım kılavuzlarında “sağnak” diye bir sözcük yer almıyordu.

Sorumun yanıtını araştırırken ilginç bir öyküyle karşılaştım!

Meğer “Sağnak” köşesinin adı daha önce de tartışma konusu olmuş ve Nilgün Cerrahoğlu, 8 Ocak 2012 tarihli Cumhuriyet’te, “Bu Köşenin Adı Neden ‘Sağnak’?” başlıklı yazısıyla konuya açıklık getirmişti.

İsterseniz şimdi bu öyküyü Cerrahoğlu’nun kendi ağzından dinleyelim:

“ ‘Sağnak’ diye bir sözcük yok. ‘Sağnak’ da nereden çıktı? Neyin nesi?” diye bana sık sık yazan okurlar oluyor. (…) “Sağnak”, aslında bir yelkenli adı…

Başlangıçta -klasik imlayla!- ‘Sağanak’ olarak açılan bu köşedeki ilk yazımda hayali hâlâ hatırımda olan o yelkenliyle ilk karşılaşma anımızı şöyle anlatmıştım:

‘Onu gördüğüm günü, yeri, anı hatırlıyorum. 28 Şubat 2001. Öğleden sonra saat 3 suları olmalıydı. Boğaz’da yürüyordum. Hafif şaşkın, bir hayli kızgın, biraz kırgın, biraz çaresiz. Hani böyle içinizin çekildiği, şiştiği; durup durup boşaldığı anlar vardır ya. Öyle. Tam olarak ne hissettiğinizi bilemezsiniz. Adını koyamazsınız. Düşünmeye katlanamazsınız. Veya gücünüz kalmamıştır. Yaşamınızı altüst eden büyük hoyratlık anlarında üstünüze çöken bir ruh halidir bu. Akıntıya kapılıp gidercesine bırakıp koyarsınız kendinizi...

‘Sağanak’ böyle bir anda geçip gitti yanımdan. Dingin, ağır; süzüle süzüle. Denizi gördüğümü, denize baktığımı o zaman fark ettim. Kâbus ortasında bir rüya gibiydi. En beklenmedik anda işte kışı devirmiş, bahara yelken açmış bir yelkenli!‘Tamam’ dedim: ‘Bir daha sütunum olursa adı Sağanak olmalı!’”

Nilgün Cerrahoğlu, daha sonra şöyle sürdürüyor köşesinin dokunaklı öyküsünü:

“Kış ortasında bahara yelken açan’ o mucize yelkenliyle karşılaştığımda işini o gün kaybetmiş, ‘kalemi kırılmış’ bir gazeteciydim. Mesleğimin artık sonuna geldiğimi düşünüyordum… Bu köşeye ilham veren o yelkenlinin, böyle hiç umulmadık bir anda yanımdan geçmesi içimde bir umut ışığı yakmıştı…

Bu köşede 2 Temmuz 2001 tarihinde çıkan ilk yazımda bunları böylece anlattım ki, ardından gün, saat, tarihiyle….

gördüğüm yelkenlinin sahiplerinden beni çok şaşırtan bir mektup aldım:

‘Ben 2.7.2001 tarihli yazınızda bahsettiğiniz Sağnak adlı teknenin sahibinin oğluyum’ diyordu mektup:

‘O gün ailece tekne gezisine çıktığımızda, aylar sonra karşımıza böyle bir köşe yazısı ile sizin çıkacağınız hiç aklımıza gelmezdi. Bu, bizleri çok duygulandıran, güzel ve hoş bir sürpriz oldu. Sözün bundan sonrasını anneme bırakıyorum.
Sevgili Nilgün Hanım,

Bundan 17 yıl önce yine bir temmuz ayında ilk oğlum doğdu. Adını babası ‘Sağnak’ koymak istedi. ‘Sağnak’ benim, edebiyat öğretmeni ve şair olan rahmetli babamın soyadı idi. Eşimin bu isteği beni onurlandırmıştı. Şimdi siz bizi ailece onurlandırdınız. Böyle güzel ve hoş sürprizlere hasretiz. Bu duyguları bize yaşattığınız için size teşekkür ediyoruz…’
İşte böyle. Sade bir yelkenli de değil... ‘Sağnak’ın; böyle yazı tutkusundan geçen uzun bir geçmişi ve yazıyla buluşan upuzun bir öyküsü var.

Şair bir edebiyat öğretmeninin soyadından torununa geçen, sonra yüreği daralmış bir yazarın iç dünyasına dalıp yerleşen bir yelkenliye ve bir gazete köşesi adına dek uzanan çok uzun bir yolculuk bu...

‘Sağnak’, okurlarıyla birlikte işte o gün bugün bu yolculuğu sürdürmeye çalışıyor…”

•••

Elbette anılara saygılı olmak, hele hele şiddetin, kabalığın, hoyratlığın kol gezdiği günümüzde insanları mutlu eden incelikler sergilemek çok saygıdeğer bir davranıştır. Ne var ki konu Türkçe olunca, burada öznelliğin ve duygusallığın yeri olmamalıdır diye düşünüyorum. Doğrusu dururken, yazım kılavuzlarında yer almayan, sözlüklerde karşılığı olmayan bir yazım biçimini Türkçe duyarlılığı yüksek bir gazetenin köşeyazısına ad olarak koyarsanız, o yanlışın yaygınlaşmasına ve genç okurlarca “doğruymuş” gibi algılanmasına katkıda bulunmuş olmaz mısınız?

Ben Sayın Cerrahoğlu’nun yerinde olsaydım, seçimimi yine de “doğru Türkçe”den yana yapar, her şeye karşın “Sağanak”ı yeğlerdim…