“Biz 15 Temmuz’da yapacaklarımızı yapamadık. Bu çok net. Bir daha o fırsatı verirler mi bilmiyorum? Yani bu şu; Bir daha böyle bir şeye kalkışırlarsa biz o fırsatı almış oluruz.” Bu sözler, 2 gün önce Ülke TV’deki konuşması ile gündeme oturan Sevda Noyan’a değil Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya ait.

Tarihi 13 Temmuz 2017. Darbenin yıl dönümünden 2 gün önce henüz oylar sayılırken AKP tabanının silahlarla kutlamaya ya da gözdağı vermeye sokaklara döküldüğü sistem değişikliği seçiminden ise 11 ay sonrasına ait. 2017’den bugüne gelelim.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Mayıs 2020 tarihinde “sözde salgın” konusunda ulusa sesleniyor: “CHP yöneticileri ile aynı zihniyetin medyadaki ve diğer mahfillerdeki mensuplarını tekrar ikaz ediyorum. Beyhude uğraşmayın. Türk Milleti, sizi ne sandıktan çıkartır, ne de sırtınızı yaslamaya çalıştığınız darbecilere meydanı bırakır.”

Erdoğan’ın konuşmasında, “mitolojideki yaratıklar gibisiniz” ifadeleri yer alıyor, “kılıç artığı” sözleri geçiyor. Kendisi ve partisi dışında değerlendirdiği her kesime nefretle sesleniyor: “Bu ülkede ne kadar bozguncu, ne kadar sapkın, ne kadar azgın varsa hep onlarla birlikte oldunuz, asla milletin safında yer almadınız.”

AKP’nin seçimle ve halkın iradesi ile gideceğini söylemek, yanlış uygulamaları sonucunda oylarının düştüğünü belirtmek “darbecilik” sayılırken Erdoğan, muhalefetin tarihe gömüleceğini "yöntem belirtmeden” rahatlıkla söyleyebiliyor: “Türkiye’nin yeni dönemdeki en önemli kazanımlarından birinin de siyasetteki bu değişim olacağını ümit ediyoruz.”

Altı boş tartışmalar ve gerçeklikten uzak söylemlerle bir heyula yaratıp onun üzerinden demokrasi güçlerini hedef almak bugünün icadı değil. AKP iktidarı, “bu icadı” neredeyse 10 yıldır, 2 nedenle kullanıyor. Birincisi, kendi siyasetinin önünü açmak ve Türkiye’yi dizayn etmek; ikincisi, sıkıştığı zamanlarda çıkış notası bulmak.

Darbeyi kullanmak, hayali düşman yaratmak ve böylece mağduriyet oluşturarak gerçekte bir “darbe” yapmak, şimdiye kadar işe yaradı. Tek çuvala doldurulan Ergenekon dosyaları, Gezi protestoları, 17-25 Aralık operasyonları, 22’nci dönem AKP’li TBMM Başkanı Bülent Arınç’a suikast planı, Sümeyye Erdoğan’a saldırı manşetleri Türkiye’nin dizaynındaki duraklardan bazılarıydı.

Urfa Ceylanpınar’da 2 polisin öldürülmesiyle bozulan barış süreci ve 15 Temmuz’dan 5 gün sonra ilan edilen OHAL de öyle. Yaşananların ardından, yargı sistemi değişti, terörle mücadele kanunu sertleşti, medya dizayn edildi, muhalefet sindirildi. Saray ve AKP rejimi, her seferinde üstüne kapanmış kapılara anahtar buldu, yol temizliği yaptı.

Siyasetin en üst noktası, işaret fişeği yakıp yandaşın, sokağın ve iktidar tabanının nasıl davranacağını belirliyor. Tehditler savuranlar, nefret dili yayanlar, iç savaş çığırtkanlığı yapanlar münferit değil. Bunlar, tekrar tekrar şahit olduğumuz konuşmalar ve kimi zaman ise 7 Haziran- 1 Kasım 2015 tarihinde olduğu gibi fiiliyata gelen uygulamalar.

Ordunun, yargının, medyanın, emniyetin Saray’ın bir parçası olduğu dönemde “Darbeyi kim yapacak?” ya da “Bir yaprak gibi dalında sallanan AKP ilk seçimde gidecekken birileri neden iktidarı hedef alan gayri meşru bir yola çıksın?” soruları önemli.

Darbe tartışmaları gündemde tutularak, muhalefete gözdağı veriliyor. Erdoğan ülkedeki, “bozguncular, sapkın ve saldırganlardan” söz ederek adeta “organize kötülük” kavramına dikkat çekiyor. Gerçekte “Darbe nedir, sapkınlık, saldırganlık, bozgunculuk ya da organize kötülük ne ifade eder?” diye sormak lazım.

Sahi, HDP’ye atanan kayyumların, “toplumsal dayanışma ağı ördükleri için” hedefe koyulan CHP’li belediyelerin, millet iradesinin ayaklar altına alınması veya darbecilikle bir ilgisi var mı? Polisin, bir müzisyenin cenazesini kaçırması, “yol verilen kitlenin” o cenazeyi topraktan çıkarıp yakacağını söylemesi sapkınlığa dahil mi?

Nusaybin’deki engelli evladımızın, önce havaya ateş açan emniyet görevlisi tarafından kovalanıp sonra tartaklanarak zırhlı araca konmasını ve çocuğun gözyaşları bozgunculuğun neresinde? Sadece 3 günlük nefret, öfke, düşmanlık, şiddet ve ötekileştirme emsalleri bunlar. Kaynağını biliyoruz!

Ters yüz edilen Türkiye! Artık komşu, komşunun külüne değil, ölüm listesine muhtaç. Hani büyük resim denir ya… Defalarca gördüğümüz o resim çok küçük aslında. Her seferinde yinelemek lazım. AKP’nin oyları düşüyor, seçimle gelen seçimle gitmek istemiyor. Nafile… İstanbul CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun sözlerinden alıntı ile bitirelim:

“Harekete geçmiş cehaletin, organize kötülükle buluştuğu dönemin çırpınışlarının son sahnesini izliyoruz. Demokrasi, hukuk mücadelesiyle kazanan 83 milyon olacak. Güçlendirilmiş parlementer sistemle Türkiye nefes alacak!”