Gazetede gün aşırı ajans takip ediyoruz. Suruç’tan beri ajanslardan düşen haberlerin döngüsü sabit: Çatışma-cenaze-nutuk-anket-çatışma…

Sabah: “Falanca ilin kırsalında çatışma, güvenlik güçleriyle teröristler arasında sıcak temas!”

Öğlene doğru: “Genelkurmay’dan açıklama! Falanca ilde sabah çıkan çatışmada şu kadar askerin şehit olduğu, bu kadar teröristin etkisiz hale getirildiği belirtildi.”

Öğlen: “Çatışmada yaşamını yitiren askerin cenazesine katılan Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ya da vekillerden biri ‘sonuna kadar gidilecektir, biz her türlü fedakârlığa hazırız’ dedi.”

Akşam: “Davutoğlu’nun masasındaki son anket! İşte o oranlar! Bilmem nerenin AKP milletvekili oylarının arttığını açıkladı!”

Döngü bozulmuyor. Bir çatışma, arkasından önceki gün yaşanmış bir çatışmanın cenazesi, bir AKP’linin nutuk atışı ve erken seçimin yorumlandığı TV programları. Uyuyor, uyanıyorsun ve yine aynı döngüye giriyorsun. Hak ettiğimiz mi bilmem ama yaşadığımız ülke artık bu.

Suruç Katliamı’ndan sonra uçakların Kandil’i bombalamaya başladığı hafta, çatışmaların beklendiği günler, ‘Hazır mısınız?’ diye sormuştum bu köşeden; “Günaşırı kara gözlüklü, pahalı takımlı adamlar göreceksiniz tabut başlarına dikilmiş. ‘Bıçak kemiğe dayandı’ diyecekler, ‘sabrımız taşıyor artık.’ Yıllarca aynı sözü tekrar tekrar söyleyebileceklerini tahmin etseniz de dinleyeceksiniz. Cenaze sonrası kara gözlüklü bir telefon açacak, ‘Noldu bizim Urla’daki villanın parkeleri, en pahalısından olsun’ diyecek karşıdakine, işte bunu duymayacaksınız.”

Bu soru bile naif kaldı.

Seçim öncesinden ‘400 vekili verin bu iş huzur içinde çözülsün’ü geçelim.

Seçim sonrasından ‘Biz istikrar dedik, millet kaosu seçti’yi de geçelim.

Çatışmalar başladıktan sonraki ‘Seni başkan yaptırmayacağız sözü gerginliğin sebebi oldu’ itirafını da geçelim.

Çatışmalar şiddetlendikten sonraki ‘Başkan seçilseydi bu kaosu yaşamazdık’ lafını da geçelim.

Ve oraya gelelim. O tabutun başına.

Cumhurbaşkanı’nın elini üzerine koyduğu Türk bayraklı tabutun.

Seyyar mikrofonla nutuk attığı tabutun.

Dev bir bayrağı gölgelik olarak tepesine açtırıp eserini tanıtan bir sanatçı gibi başında beklediği tabutun.

Karşısında bir baba yere çökmüş ağlarken, kendisini hayranlıkla izleyen onlarca başka babaya onların da çocuklarının öleceği müjdesini verirken yaslandığı tabutun.

İki oğlu da askere gitmemiş bir saray sakini olarak, ‘Ne mutlu şehidin ailesine, peygamberlikten sonraki en yüce makam’ sözleriyle yoksullaştığı tabutun.
Sistemi eşsiz betimli bir tabloyla resmetmek istercesine yanına bir din adamı alarak miting kürsüsüne çevirdiği tabutun.

‘İsteyen kabul etsin, isteyen etmesin bu ülkenin yönetim şekli değişmiştir’ diyebilmesi için gereken yüzlerce-binlerce tabuttan biri olarak gördüğü o tabutun.

Bakalım o fotoğrafa. Din adamına, bayrağa, nutuk atan politikacıya ve tabuta. ‘Bu fotoğrafta yeryüzünün altına girmesi gereken belki de son şey o’ dedirten tabuta.

‘Neden ille de barış’ın cevabı o fotoğrafta.