Lanet olsun sade yurttaşlarımızın canına kıyanlara! Lanet olsun ülkemizi bu hale getirenlere! Yazıklar olsun “Tek adam-AKP rejimine” oy ve destek verip boynunda vebal taşıyanlara!
Aslında bugün ÖDP’nin 8. Kongresi’ni yazacaktım. Fikrimi değiştirmeyeceğim; çünkü hayat bize örgütlenmeden, mücadele etmeden, direnmeden bu karabasandan kurtulamayacağımızı öğretti. Tek başına bu karanlığı yaramayız; faşizme ancak siyasi zeminde, güçlerimizi birleştirerek, haliyle sırf ÖDP’yle değil bu ülkenin aydınlık, demokrat, kararlı tüm güçleriyle göğüs gerebiliriz.
ÖDP 20 yıldır bizlerin umudu, kimliği, sesi oldu. Zaman zaman badireler atlatsa da ideolojik, politik yönelimiyle kendine güvenenleri hiç mahcup etmedi. Etki alanını genişletmekte, fikirlerini toplumsallaştırmakta yetersiz kaldığı zamanlar olduysa da, cefakâr ve vefakâr arkadaşlarımız-yoldaşlarımız her zaman ÖDP bayrağını dik tuttular. Şimdi daha kadınlaşarak, daha gençleşerek, daha kolektif bir üst yönetimle yolumuza devam ediyoruz.
Dün “Dev Genç Marşı’yla” salona giren Devrimci Gençler biz beyaz saçlılarda (her ne kadar benim saçlarım şimdilik idare ediyorsa da bir metafor olarak) heyecan ve coşku yarattı. Ne yazık ki gençlerin dilindeki, “Söz Yetki Karar İktidar Halka” sloganı, pratik yaşamda yerini,“Söz de yetki de, karar da, Saray da, para da, pul da hep bana hep bize“ zihniyetine terk ediyor. Ama bunu bir kader kabul edemeyiz; zaten Kongre sloganı, “Birlikte Başarabiliriz”, işte bu gençlerle, Birleşik Haziran Hareketi’yle, Gezi ruhunu taşıyan tüm kesimlerle demokratik, eşitlikçi, yaşanabilir bir Türkiye’nin bir düş olmaktan çıkıp, gerçeğe dönüşebileceğine inancı ifade ediyor.

Hatırlanırsa 1996’da çiçeği burnunda ÖDP, Susurluk skandalı sırasında temiz bir toplum özlemini “Şimdi Halk Süpürecek” kampanyasıyla dile getirmişti. 28 Şubat sürecinde “Ne Refahyol Ne Hazırol” sloganı üçüncü bir seçeneği, sivil-seküler çıkış yolunu işaret etmişti. ABD ve diğer emperyalistlerin Irak işgaline karşı 1 Mart 2003’te Ankara’da düzenlenen büyük miting ÖDP’nin ön ayak olmasıyla gerçekleşmişti. 2006’da “Özgür, Eşit, Demokratik Bir Türkiye’de Bir Arada Yaşamı Savunalım” kampanyası, başta Kürt halkı, isteyenin kendi kimliğini, kültürünü öne çıkararak, isteyenin de sade bir yurttaş olarak özgürce yaşadığı bir Türkiye çağrısı yapmıştı. 12 Eylül 2010 referandumunda Halkevleri-TKP-Emek Partisi’yle birlikte AKP’nin anayasasına karşı “Hayır!” kampanyası, sol liberallerin boşboğazlığına düşmeden, sosyalistlerin onurlu direnişini sergilemişti. Belki de en önemlisi, Suriye konusunda Şubat 2012 mitingiyle, “Emperyalist Müdahaleye Hayır” diyerek meseleye daha başından doğru bir teşhis koymuştu.
Özetle ÖDP piyasa düzenine, emperyalizme, gericiliğe (AKP’nin ilk dönemlerindeki neoliberal politikalara muhalefeti öne çıkaran, laikliği ikinci plana atan bocalamayı bir yana bırakırsak) karşı tavır almakta hiç tereddüt etmedi. Ama yeni dönemde makro sorunlarına makro çözümler üreten ve alternatifler sunan, tartıştıran bir yönelimi benimsemesi gelecek için umut veriyor, bizlere daha fazla sorumluluk yüklüyor. Özellikle, son Artvin Cerattepe örneğindeki gibi ÖDP yerel örgütlerinin hep ön saflarda bulunduğu doğa-yaşam mücadelelerini, ekolojik sosyalizm anlayışında derinleştirme görevi önümüzde duruyor.
ÖDP Kongresi ülkenin en can yakıcı meselesinde, Kürt halkının istediği gibi yaşama hakkına saygı duyan; bunu evrensel, insani, demokratik bir hak olarak gören çizgisinin altını çizdi. Giderek şiddetlenen çatışmaların Batı’da Türklerle-Kürtlerin iç içe yaşadığı yerlere taşınabileceği öngörüsüyle, bu gidişatı insani, demokratik ve devrimci kaygılarla durdurma sorumluluğunu dile getirdi. Binlerce yoksul Türk ve Kürt insanımızın ölümüne, büyük maddi ve manevi kayıplara neden olan bu savaşın askeri temelde kazananının olmayacağından hareketle, aşağıdan yukarıya bir toplumsal barış inisiyatifinin inşa edilmesi için gerekli çabayı gösterme sorumluluğunu üstlendi. Kürt sorununun emperyalist paylaşım mücadelesinin bir parçası haline gelmesinden duyduğu endişeyle, sorunun halkların bir arada, eşit ve özgür yaşamı temelinde çözülebileceğine inancını vurguladı.
Ben kendi adıma yeni bir heyecanla, yeni bir şevkle ÖDP’ye katkı vermeye devam edeceğim. Çünkü kolektif başkanlık kurulu üyesi arkadaşlarımızın (Önder, Pelin, Sema, Çiçek) her birinin yapay bir gençleştirme projesinin nesnesi değil, tabandan devrimci mücadelenin öznesi olarak sorumluluk üstlendiğinin yakın tanıklarından biriyim. Zaten Alper’in il yöneticiliğinden başlayarak her kademede görev üstlenmekten kaçınmayan, sırf elini değil, tüm bedenini taşın altına koymaktan çekinmeyen özverili kişiliğini anlatmaya gerek yok, cümle alem biliyor.
Sevgili Alper Taş konuşmasının sonunda, kimilerinin üstadı Necip Fazıl’ın, “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik” hitabını hatırlattı. Gerçekten de değerleri bizimkilere 180 derece ters, bu zihniyette “dindar ve kindar” bir nesil yaratmak için tüm olanaklar seferber ediliyor, her çeşit manipülasyona başvuruluyor.
Bizim de sığınağımız olsa olsa Nâzım Hikmet’in “Yaşamak Bir Ağaç Gibi Tek ve Hür ve Bir Orman Gibi Kardeşçesine Bu Hasret Bizim” dizeleri olabilir.
Bu hasret bizim, bu davet bizim; ÖDP’de, Haziran’da sosyalizmde, devrimde…