ODTÜ. Çok değil daha üç yıl önce iktidarın TOMA’larıyla, gazlarıyla öğrencilere saldırdığı, günlerce baskısını sürdürdüğü ama teslim alamadığı ruh

“Mesele esir düşmekte değil/teslim olmamakta bütün mesele”. Nazım Hikmet 1948'de 'Laz İsmail'e böyle sesleniyordu. Sonra direnen herkesin şiarı oldu bu dizeler. Devrim fikri elbette geçerliliğini yitirmedi, belki vuslat gibi bir başka bahara, insanın kendisini bir devrim kılacağı, bir şiire dönüştüreceği günlere birikiyor.

Devrim, bir proje değil, bir hülya. Hülyalı bir şey. Bazen dalgın, bazen bıkkın, bazen her şeyi, dünyayı, kendisini bile boşvermiş, kimi zaman tembel, uykulu, ama çoğu zaman uykusuz, geceden kalma, nadiren asık suratlı, nadiren günaydınsız, ezcümle insani, vicdani, ruhani, hayati, medeni, ulvi, seferi, güzide, asude, her eve lazım dedikleri gibi her memlekete lazım şahane bir şey. Rüya. Bizim için hep rüya. Yoksa rüyası gerçeğinden daha evla diye düşündüğümüz için mi bir türlü memleketin semalarına ve dahi ovalarına, yaylalarına, dağlarına gelmiyor, gelip de gönlümüzü şad etmiyor! Ah devrim ah! Bir gelsen çekeceğin var elimizden!

odtu-diye-bir-ruya-101231-1.

Gezi öyle bir şeydi işte, kısacık, göz açıp kapayıncaya kadar yaşanan bir rüya. Çok baktılar, aradılar, incelediler ama o rüyayı göremediler. Biz de bir daha görür müyüz bilmem, görsek de ne zaman? Yıldızın Parladığı Anlar'dan biridir Gezi. İnsanın insan olduğu, şiire yaklaştığı, göğe bakarken yeri ve yerini unuttuğu, hayli uçtuğu, biraz ileri gittiği, gidince de dönmek istemediği, ve bunun gibi ancak çingene ruhlara yakıştırabildiğimiz, özlediğimiz, hep ah dediğimiz, olmak ve yapmak istediğimiz, lakin dünyaya dikildiğimiz için bir türlü dünyayı soyunamadığımız ve çoğu kez olduğu gibi rüyamızı görenlere hayranlık ve sevgiyle baktığımız bir anın, yerin, duygunun, hülyanın, rastlantının, buluşmanın adı oldu.

Gezi bize başka bir alemin mümkün olduğunu gösterdiği gibi, başka bir yerde, başka bir zamanda ve başka bir biçimde de yine olabileceğini gösterdi. Ve dedi ki, evet devrim bir rüyadır ama bu rüyayı ancak hülyalılar görebilir. Gezi, o hülyaydı, bir rüya anı, rüyanın en kısa anı, bir çakım, bir ışıltı. Direniş. İtirazın, eylemin, sormanın, inadın derlenip toparlanması. Aşkın.

ODTÜ. Çok değil daha üç yıl önce iktidarın TOMA’larıyla, gazlarıyla öğrencilere saldırdığı, günlerce baskısını sürdürdüğü ama teslim alamadığı ruh. Tam da yeni bir yıla girerken, tıpkı şimdiki gibi. Henüz polisi, askeri sürmediler ODTÜ'nün üstüne ama yakındır, şimdilik gazete kılığındaki paçavralarıyla, yorumcu kılığındaki demagoglarıyla, ve kendini üniversite sanan bir takım binalara 'rektör' diye tayin edilmiş kapıkullarıyla, yalan, iftira, hamaset ve din tacirliğiyle saldırıyorlar, yükleniyorlar. 2023'e kadar laik tek kurum, hatta tek insan bırakmamak üzere 'kutlu dava'larını, 'kutlu yürüyüş'lerini sürdürüyorlar. ODTÜ, Boğaziçi gibi teslim alamadıkları, kendilerine benzetemedikleri bir kaç üniversitenin kalmasına bile tahammül edemiyorlar. Gerici, faşist öğretim üyeleriyle, üniversiteden başka her şeye benzeyen sözümona okullara benzetmeye çalışıyorlar buraları da. Çünkü biat rejimi, adı üstünde, farklılığı sindiremeyen, herkesin tek tip düşünmesini buyuran bir zorbalık rejimidir.

10 yıl kadar önce, kitaplarımdaki biyografi bölümüne ben de bir kaç paragraflık bilgi yazardım. Sonra kitaplarım çoğalınca, ben de bu bilgilerin gereksizliğinden sıkılmaya başlayınca, tek satıra indirdim özgeçmişimi: “1956 Eskişehir doğumlu. ODTÜ Sosyoloji mezunu. Reklam yazarlığından emekli”. Eskişehirli olmak, ODTÜ'lü olmak çok değer verdiğim şeylerdi, reklam yazarlığından emekli olmak da, askerliğimi albay olarak yapmış olmak kadar önemliydi benim için, yani başarılı bir işti. Birkaç yıl sonra da kızım Nar dünyaya gelince, kendime dünyada bir varlık nedeni buldum. Meğer onun gelmesini beklemişim. Hepsini bir kenara ittim, ve biyografimi iki sözcüğe doğru yükselttim, çoğalttım, artırdım, “Haydar Ergülen: Nar'ın babası” dedim. Varlığım varlığına armağan olsun.

Ama Eskişehir, ODTÜ, Es Es, bunlar benim için hemen hemen aynı şey anlamına gelir. Hepsinin de isyanla, itirazla, solla, aydınlıkla, çağdaşlıkla, devrimle, hülyayla, rüyayla bir ilgisi vardır. ODTÜ'de sosyoloji okurken, gerek alt sınıflarda gerek başka bölümlerde ve yurtlarda tanıdığım pek çok müsüman öğrenci vardı, bazıları arkadaşımdı, hayli konuşur, tartışırdık. 1979'da İran'da Ayetullah Humeyni öncülüğünde İslam devrimi gerçekleşince, gruplar halinde İran'a gitmeye ve devrimi yerinde görmeye başlamışlardı. Bu gruplardan birine ben de katılacaktım, ama 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle memlekette bile gezememeye başlayınca, gidemedik.

Şimdi zaman değişti. Şimdi cihatçı bir anlayış, Türk ve sünni bir ideoloji ve sünni bir cumhuriyet kurma sevdası her şeyin yerini almaya başladı. Adı IŞİD olmuş ya da başka bir şey olmuş, cihatçı örgütler üniversiteleri de işgal etmeye, tahakkümleri altına almaya çalışıyorlar. Mescidleri, camileri olan bir üniversitede, ODTÜ'de olan da bu. Evet, ODTÜ demokrat öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir bilim ve eğitim yuvasıdır. Karanlığa karşı aydınlığı, laik bir yaşamı, çağdaşlığı, cumhuriyetin kazanımlarını savunan, cumhuriyetin değerlerini içselleştirmiş, Tevfik Fikret'in sözleriyle 'fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür' öğrencilerin ve bilim insanlarının özgür üniversitesidir. Elbette düşüncelere, farklılıklara, inançlara saygı göstermek özgürlükçü anlayışların varlık nedenidir, ama çeşitli kumpaslarla, tazgahlarla kendileri gibi olmayan kuruluşları da ele geçirmek ve siyasetin, biat rejiminin hizmetine vermek, ODTÜ'lü olsun olmasın, hiçbir vicdanın kabul edebileceği bir şey değildir. ODTÜ yalnız değildir.

ODTÜ hülyamızdır, rüyamızdır, değerimiz, anılarımız, gençliğimiz, geleceğimiz, aydınlığımızdır.