ODTÜ’nün önceki rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar’ı kaybettik.

Kendine özgü yönlerinin yanında bugün ülke üniversitelerinin içinde bulunduğu acıklı durum, Acar’ın ODTÜ’deki yönetiminin daha yakından bilinmesini gerektiriyor.

Bugün bu ülkenin üniversitelerinin pek çoğunu kendisi gibi düşünmeyen bilim insanlarını yaşatmayan bir anlayış yönetiyor. Kimi rektör ve dekanlar eş-dost ve akrabalarını işe alıyor; giderek onları bilim insanı sayıyor. Böyle bir ortamda bilimden uzaklaşma ve ahlak dışılık yaygınlaşıyor; TV ve basında görüş açıklayan akademik unvanlıların tamamına yakını, iktidarın papağanı oluyor. Dahası, ekranlarda “Allah’ı ve Peygamber’i rüyasında gördüğünü” özenle söyleyenler; üniversitelere “fuhuş yuvası” diyenler; kendilerinde “kimlerin cenaze namazının kılınmayacağına karar verme yetkisi” görenler; bilimdışılığı bilimsel diye pazarlayanlar hızla çoğalıyor.

Bu ortamda Prof. Dr. Ahmet Acar’ın 2008-2016 yıllarında ODTÜ’de uyguladığı yönetim anlayışı ayrı bir anlam ve önem kazanıyor.

ACAR’IN GÜCÜ -I

Prof. Dr. Ahmet Acar’ın asıl gücü, düşünce ve ifade özgürlüğü konusundaki sağlam anlayışından kaynaklanmaktaydı. Ahmet ve eşi Feride (Aybar) katılmadıkları görüşlerin açıklanmasını hoşgörü ile karşılayan birikim ve donanıma sahipti.

O düşünce yapısının ve birikiminin doğal sonucu, bilim insanlarının “yalnızca bilimsel yeterlilik ve başarılarına göre değerlendirilmesi gerekir” anlayışıdır. Bu anlayış, bilimsel çalışma özgürlüğünün, güvencesi; “olmazsa olmazıdır”. Ahmet Acar’ı seçkin bir üniversite yöneticisi yapan gerçek güç, düşünce ve ifade özgürlüğünü özümseyen bu özelliğiydi.

Bu anlayışla, Acar’ın 11 Ocak 2016’da “Barış İçin Akademisyenlerin yayınladığı “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriye imza atmış olan 108 ODTÜ bilim insanı hakkında, hukuk fakültelerinden de görüş alarak, “soruşturmaya gerek olmadığına” karar vermesini bildi.

ACAR’IN GÜCÜ-II

Acar’ın ikinci güç kaynağı arkasına aldığı üniversite desteğiydi. Teknik bir üniversitede bir sosyal bilimcinin rektör olması kolay değildi. Ancak 1991’den sonra rektörlerin öğretim üyeleri tarafından seçilmesine olanak tanındı. ODTÜ birikimiyle bu olanağı etkin kullandı.

Rektör adayları eşit koşullarda yapılan toplantılarda yönetim anlayışlarını ve üniversite için neler yapacaklarını açıklıyor, o görüşler enine-boyuna tartışılıyordu.

Diğer üniversitelerde kimi zaman çok kötüye kullanılan bu uygulamanın ODTÜ’de sağlıklı işlemesini sağlayan çok önemli bir nokta daha vardı. Adaylar, seçimde “en çok oyu alamazlarsa görevi kabul etmeyecekleri” sözünü veriyorlardı. ODTÜ’nün kurumsal kültürü adayların verdikleri sözü tutmasını sağlıyordu. Acar’ın rektörlüğü o çok önemli katılımcı sürecin sonucuydu. Bilindiği gibi 29 Ekim 2016’da 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname-KHK ile seçimler kaldırılarak rektör atama yetkisi doğrudan Cumhurbaşkanına verilerek bu katılımcı süreç de yok edildi.

ODTÜ’nün kurumsal yapısının özgürlükçü bir temeli var. ODTÜ’de asıl akademik yönetim birimi bölümdür. Öğretim üyelerinden oluşan bölüm kurulları, yönetimi seçer, yeni alınacak öğretim üyelerini belirler, ders programlarını yapar ve ulusal ve uluslararası bilimsel toplantılar düzenler; bölümle ilgili hemen her konuda tam yetkilidir. Ayrıca, ODTÜ’nün “bir bölümünden doktora alan bilim insanı, en az bir yıl yurtdışında aynı konuda çalışmalar yapmadıkça” ODTÜ’de görev alamaz kuralı geçerlidir. ODTÜ’de “akraba” öğretim üyeliği ya da “beşik uleması” benzeri bir uygulama olmaz.

Acar bu yapıyı yeniden düzenleyerek daha da güçlendirdi; ODTÜ’nün ulusal ve uluslararası bilimsel saygınlığını artırmayı başardı.

Üniversite, bir toplumun geleceğinin tohumlandığı kurumdur. Bu tohumun can suyu bilimsel araştırma özgürlüğü ve bunun kurumlaştırılmasıdır. ODTÜ’de Acar’ın rektörlüğü, bu anlayışın güzide bir örneğidir.

Rektör Acar’ın yaşattığı değerlerin canlandırılması yalnız tüm üniversitelerimiz için değil asıl toplum için yaşamsal bir zorunluluktur.