Portekizli şair Fernando Pessoa “Şair sahtekârdır” diye yazmış. Şiirinde de bunun örneğini vermiştir; “Acı çekiyormuş numarası bile yapar / Gerçekten acı çektiğinde bile” (G. Jusdanis, Kurgu Hedef tahtasında, çev. Çiçek Öztek, Koç Üni.Y.) Buradaki sahtekârlık vurgusu ve tartışması yüksek düzeyli bir içeriğe sahiptir. Şairin ve yazarın gerçek ile, kurgusal gerçeklik arasındaki ilişkisi masaya yatırılmıştır.

Tartışmayı orada bırakarak, bizim ülke için sahtekârlığı gözden geçirdiğimizde büyük bir kalabalık karşımıza çıkar! Böyle derinlikli tartışmalara kafa yormamıza da gerek kalmaz. Din sahtekârları, siyaset sahtekârları, insanlık sahtekârlığı… diye sıraladığımızda, hemen aklınızda ampuller yanar. Yanan ampullerin içinden tanıdık sahtekârlar bize sırıtır.

Sahtekârlık vurgusu bir yana, şairler farklı insanlardır. 9 Ocak 1996’da daha 59 yaşında yitirdiğimiz Cemal Süreya bu farklı insanların has örneğidir.

Herkes Cemal Süreya olamaz. Türkiye’de iyi şairler olduğu gibi, sahtekâr şairler de pek boldur. Dediğimiz gibi, Pessoa’nın incelikli tartışmasındaki sahtekâr değil, düpedüz bir sahtekâr insandan söz ediyoruz burada. Şairin sahtekârı olur mu? Sahtekâr şiir yazabilir mi? Bu ayrı bir tartışma. Ama bir genelleme yaptığımı belirterek birkaç özellik sıralayayım; kitap okumazlar, konuştukları dili merak etmezler, o dili bilmezler. Şiir yazarlar ama, değil başka şairlerin şiirlerini, kendi şiirlerini bile okumazlar. Kendi şiiri bir dergide yayınlanmış olsun; açıp o sayfaya bakarlar. O kadar, bir kere daha okuma zahmetine girmezler. Osmanlı’daki ilmiye sınıfının bozulmuş dönemindeki örneklere benzerler; bir kere “Şair” oldun mu, hep şairsindir. Şair sürekli şiir yazmak zorunda değil elbet. Ama bir şair hayatını taşımakla yükümlüdür. Çünkü “Şairin hayatı şiire dahildir.” Bir şair hayatı yaşamak zahmetine girilmeden, dahil olduğu loncanın musluklarını emer dururlar…

Böyle bir “şiir” ortamında bir ödül tartışması yaşanmakta. Adında Cemal Süreyya’nın da geçtiği bir ödül tartışması. Tartışmanın bir boyutu sosyal medyada ateşlenmiş durumda. Görebildiğim kadarıyla, tartışmanın iki tarafı var: Şair Enver Ercan ve şair Seyyit Nezir. Ve bir de iki tarafı “tutanlar.” Bu tartışmanın hiçbir tarafından bakmadığımı öncelikle belirteyim. Ama bir yanlış/eksik şey var; yılın en sert tartışması bir ödül çevresinde geçiyor. Daha çok ithamların ve karşı ithamların havada uçuştuğu bir tartışma sürüyor. Bu tartışma bittiğinde geride ne kalacak bilemiyorum. Ama benim için Enver Ercan, okuduğum ilk kitabı ‘Sürçüyor Zaman’ ile ve Seyyit Nezir de “Dağları Öylecene” adlı kitabıyla belleğime yerleşen şairler olarak değerlerini sürdürecekler.

Ödülün olduğu yerde tartışma hep olmuştur ve olacaktır. Bu durum Nobel’den tutun da ülkenin uzak bir beldesindeki yerel ödüle varıncaya kadar geçerli. Ama, ödül ile “yarışmanın” aynılaştığı, neredeyse yayımlanan dergi ve şiir kitabından çok ödül yarışmasının olduğu koşullarda, ödül merkezli tartışma şiire ne katkı sağlar merak etmekteyim.

Bu tartışma ve başka tartışmalar da elbet olacaktır. Ancak mevcut ödül mekanizmalarının daha derinlikli, bütünlüklü, ayrıntılı tartışmalara ihtiyaç duyduğu açıktır. “Cemal Süreya Ödülü” tartışmasından bağımsız olarak, şu nokta önemli; ödülün bir iktidar matematiği ve denklemi olmaması önemlidir. Çünkü her türlü iktidar kirlidir.

Haftaya Dize; “baktığında toz olan anılarla yıkılırsın” ( Özgün E. Bulut, Varlık, Kasım 2014)