Dünya dönüyor ama Türkiye’nin gündemi dönmüyor. Bir yanda barikat, hendek, Toma, tank, ölüm, acı var; öte yanda başkanlık istemiyle demokrasiden hukuka, Meclis’ten yargıya, haktan özgürlüğe bu toplumu koruyacak ne varsa hepsine meydan okuyanların sebep olduğu karanlık!

Bu iki gidişat bağlantılı kuşkusuz; birini çözmeden, ötekini çözmek de imkansız. Mesele nasıl çözüleceğinde! Sanırım, ilk anlamamız gereken de, çözüm için Hükümet veya Erdoğan’dan değil, kendimizden medet ummamız.

Örneğin ben de, isyan edip artık yeter diye haykıranlara katılıyorum ama sorunu yaratanlardan çözüm beklemenin anlamsızlığını görmeden edemiyorum. Yani, bugüne kadar Hükümet’ten hangi eleştiri karşısında olumlu bir yanıt alınabildi ki, bugün, ortaya bir güç koymadan, Erdoğan’ı ve Hükümet’i geri adım atmaya zorlamayı, barış sürecine geri döndürmeyi düşünebilelim?

Bunun gibi, bir tarafta bombalar patlar, bedenler yere yığılır, kentler boşalırken beri taraftaki sessizliği kınıyorum ama bu sessizliğin nereden kırılacağının pek düşünülmediğini de görmezlikten gelemiyorum. Yani, sesiz kalabalıkların önünde yürüyecek muhalif güçler mi ortaya çıktı, ya da insanların ortak acı etrafında birleşmelerini sağlayacak duyarlılıklar ve çabalar mı var?

Yakın zamanlardaki her seçim döneminde, CHP ve HDP arasında güç birliğinin öneminden söz ettim; dile getiren başkaları da oldu. Ama ne gezer! Her iki Parti de söz edilen güç birliğinin olanaksızlığını ortaya koymak için birbirleriyle yarıştı! Çok akıllı ve haklıydılar; siyaseti bilmeyen hayalperestleri dinleyecek değillerdi elbet! Ne var ki, yalnız ikisinin değil, Türkiye’nin de kaybıyla sonuçlandı bu aymazlık.

Oysa, yalnız Cumhurbaşkanlığı seçiminde toplumdan kabul görecek ortak bir aday çıkarabilselerdi, bugün bambaşka bir yerde olabilirdik. Geçmişe yanmanın bir anlamı yok tabii. Ancak, her şeyi bilen bu siyasilerin bugün bile bunu anlamamaları var ki, “umutsuz sessizliğin” nedenini en başta burada aramak gerekiyor.
Öte yandan, Batı nerede diye soran, Gezi ruhunu geri çağıran, Türkiye solunu arayanlara da hak veriyorum ama batı ile doğu’yu birleştiren ortaklıklar kurulmadan bu çağrıların pek işe yaramayacağını düşünmemek mümkün mü? Şu veya bu konuda bir araya gelebilen bir sol hareket mi görüyoruz; bir yerdeki acıyı öteki yerdeki acıyla bir arada düşünüp yola düşenler mi var?

Oysa sol cenahta, “büyük düşün, imkansızı iste “ gibi laflar çok sevilir. Ama, kendi realiteleri dışına çıkıp bakmak pek adetten değildir! Realite, aah realite!

İşte bu nedenlerle bir yanım yanıyor, öte yanım umutsuzluk içinde. Her gün çatışmalardan, cenazelerden gelen haberleri okuyup, sokağa çıkılmayan kentleri, yerinden olan insanları, eğitimden, sağlıktan uzak çocukları ve herkesi kaplayan korkuyu görünce, kendi doğrularına hapsolmuş tarafları da düşünüp koyu bir karanlığa düşüyorum.

Oysa biliyoruz, iki tarafta da savaş, silah, bomba taraftarı olanlara anlatılacak fazla şey yok. Hükümet, Kürt sorunu diye bir şey kalmadığını iddia ederek, sorunu “terörle mücadele “ çerçevesinde almakta ısrarlı. Kandil’den gelen sesler, kimlik, anadil gibi istemlerin ötesinde özyönetim, özerklik, bağımsızlıktan dem vurmakta. HDP ve onunla birlikte siyasal çözüm, bir yandan Hükümet, öte yandan kandil tarafından sıkıştırılıp gittikçe zayıflamakta.
Ve acılar büyüyor. En büyük acıyı Kürt halkı çekiyor kuşkusuz; en büyük bedeli ödeyenler de onlar. Biraz olsun “normal” yaşam nasıl oluru öğrenmeye başlamış Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Hakkari yeniden “savaşın” içine çekilmekte. Sokaklarda insanlar değil Toma’lar, tanklar geziyor. Açılan kafeler, işyerleri, oteller, okullar şimdi kapanmakta; geceleri korkulmadan sokağa çıkılan kentlerde şimdi gündüz bile dolaşmak zor. Gülen, eğlenen gençlerin yerini, barikatlar arkasında kendini ölüme adamış gençler almış.

Türkiye’nin bu yakasındakilere düşen bedeller de az değil. Verdikleri şehitler yanında, bu topraklardaki güven ve huzuru da, gelecek umudunu da yitirmekteler. Terörden yeni terör, ölümden yeni ölümler doğacağına da kuşku yok. 30 yılı aşan bu mücadele, hepimize, hiç bir şeyi öğretmediyse bunu öğretmiş olmalı.
Bu nedenle rasyonaliteye değil, hayallere sığınmak durumundayım. Ve, az bilmiş aklımla, bu soruna sahip çıkıp, çıkmaz sokaktan geri dönmeyi sağlayacak olanlar ancak bu savaşta mağdur olan, iki tarafta da doğrudan acı çekenler olabilir diye düşünüyorum. Sessizlik, ancak onların bir araya gelmesiyle bozulabilir.
O nedenle, evladını, eşini kaybeden şehit ailelerini, evlat, eş yitiren gerilla aileleriyle... Soma mağdurlarını yerinden, yurdundan olan Kürt aileleriyle... Güvensizlikle çırpınan emekçileri hiç durmadan iş ve aş sıkıntısı çeken Kürt emekçilerle... HES’lerden, RES’lerden zarar gören köylüleri bir avuç toprağın bile çok görüldüğü Kürtlerle... En küçük bir eleştirinin bile çok görüldüğü iktidar mağdurlarıyla eşit değerde özgürlük arayan Kürt çilekeşleriyle buluşturmayı deniyor muyuz?

Özetle, derdimizi Hükümete değil, insanlara anlatabiliyor muyuz? Kürtlerin direnişini, güvenli, özgür, demokratik bir toplum için “silahsız toplumsal direnişe” dönüştürebiliyor muyuz?