Bedeninizin parçaları arasında uyumsuzluk varsa, mesela kollarınız heyecanla yukarı doğru kalkarken gövdeniz yerinden kımıldamıyorsa kesinlikle Barok bir figürsünüz. Sanat tarihçisi Heinrich Wölfflinn, Barok dönemde üretilen figürleri tam da böyle tanımlıyor: “Heyecan bedenin bazı bölümlerinde karşı konulmaz bir şiddetle patlarken başka bazı bölümlerinde beden sadece yer çekimine teslim olur” (Rönesans ve Barok, Janus). Galiba toplum olarak biz bu durumu daha çok, zihinde öfke patlaması, gövdede ise atalet olarak yaşıyoruz. Karşılaşmamak için elimizden geleni yapıyoruz ama ne mümkün? Bir yerden mutlaka karşımıza çıkabiliyor. Sesini işitmeyi bir kenara bırakın, görüntüsü bile yeterli; kan beyninize sıçrıyor ve öfkeyle ağzınıza geleni söylüyorsunuz. Ama bu esnada gövdeniz genellikle seyirci koltuğunun içinde gömülü hâldedir: “Beden ve irade artık birbirinden ayrılmış gibidir” (Wölfflin). Barok dönem düşünürlerinden Descartes’in “res cogitans” (düşünen şey) olarak tanımladığı zihin ile “res extensa” (uzamlı şey) olarak tanımladığı beden arasında yaptığı ayrımın mükemmel örneğiyiz. “Extensa” sözcüğü “uzamlı” diye çevrilse de etimolojik açıdan doğrusu “uzanan” olacak. Öfkeden köpüren şey ile rahat döşekte uzanan şey; sinirler tepeye çıktığı halde bedenin yerinden kalkmaması; zihin-beden yarılması.

***

Bedenin parçaları arasında bu denli uyumsuzluk, genellikle tecrit koşullarındaki tutsaklarda görülür. Duvarları beyaza boyalı, aydınlatmanın hiç kararmadığı tecrit hücresindeki bir mahkûmun uyaran eksikliğinden dolayı önce zihninin halüsinasyonlar üretmesi, ardından da giderek bedeninin parçalarına söz geçirememesi literatürde yazıyor. Allahtan uyaran eksikliği çekmiyoruz, şanslıyız o bakımdan. Eksiltmeye çalışsak da, dedim ya görüntülerden, seslerden kurtulmak mümkün değil. Uyaran çokluğuna maruz kaldığımız tecrit hücrelerinde bedenin parçalarına söz geçiremememiz, yoksa literatüre geçecek yeni bir vaka mı? Literatüre baktığımızda, ortam koşullarının olumsuz yönde değişmesiyle birlikte ya da bir tehlike zuhur ettiğinde hayvanların kullandıkları kış uykusu ya da ölü taklidi gibi bedensel taktiklere rastlıyoruz. Yoksa zihnimiz öfkeliyken bedenimiz aşağıladığımız hayvanları mı taklit ediyor ya da hayvan olduğumuz için mi böyle davranıyoruz? Sanırım bizim meselemiz hümanizm; insan olarak kendimizi doğadan yalıtıp tecrit hücrelerine kapatmamız. Şimdi hücrelerde tipik hayvan davranışları gösterdiğiniz için sakın kendinizi aşağılamayın. Hayatta kalmak zor. Hayat; insan, hayvan, bitki bedenleri arasında ayrım yapmıyor.

***

Doğal koşullarda tıpkı hayvanlar, bitkiler ya da tek hücreliler gibi hayatta kalmak için doğal yetilerimizi kullanabilirdik ama içine gömüldüğümüz koşullar hiç de doğal değil, yapay olarak iktidar tarafından üretiliyor. Yapay olarak üretilmiş koşullardan sadece doğal yetilerinizle kurtulacağınızı sanıyorsanız, kafeslerin içindeki tutsak hayvanlara bakın. Doğal koşullardan ayrılıp kendimize ikinci doğa yaratalı çok oldu. İkinci doğayı yarattığınıza göre ölü taklidi ya da kış uykusu gibi hayvan taktiklerine hiç sığınmayın; kapatıldığınız yapay koşullardan kurtulabilmeniz için bedeniniz ile zihniniz arasındaki uyumsuzluğu gidermeniz gerekli. Bedeninize söz geçiremiyorsanız, sorun bedeninizde olmayabilir, belki de zihninizde. Sizin de her canlı gibi karşılaştığı problemlere çözüm üretebilme yeteneği olan bir bedeniniz vardı. Fakat zihin, sirkteki vahşi hayvan terbiyecisi gibi, gösterilere hazırlamak için bedeni kamçısıyla terbiye etti. Bedeniniz o kadar ehlileşti ki zihniniz isyan etse bile terbiyesini asla bozmuyor olabilir.

Ya da bedeniniz, zihindeki öfke patlamalarının kendi yıkımı olacağını biliyordur; zihnin tepkiselliğinden az çekmedi. Eskiler boşuna dememiş: Öfkeyle kalkan zararla oturur. Zihnin öfkesiyle her kalktığında zararla oturanın kendisi olacağını bildiği için demek ki bedeniniz artık zihne itaat etmeyi reddediyor; yerinden kalkmamaya kararlı. Bedeninizle konuşmayı denediniz mi? Ne düşündüğünü, ne arzuladığını sordunuz mu hiç? Bir deneyin. Reaktiflikten canı çok yandı. Aktif olmak istiyor artık; kafesten kurtulup özgürleşmek, başka bedenlerle birlikte yeryüzünde sevinci örgütlemek. Bedeninizi dinleyin!