Üniversite öğrencileri sadece siyasetin değil, her şeyin radikaline eğilimlidir. Bu durum, toplumun kendisini yenilemesi, kültürel açıdan zenginleşmesi için gereklidir de… Üniversite öğrencilerinin salt kariyer odaklı, hırs ve rekabetle şartlandırılmış bir yaşam sürmesi, kendileri için önceden hazırlanmış kalıplara girmesi, o ülkenin gelecek tahayyülünü yok eder. Türkiye’de özellikle siyasi ve kültürel açıdan duyarlı, saf bir cesaret ve umutla ülkesine karşı kendisini sorumlu hisseden üniversite öğrencilerine her zaman kötü davranıldı, acı çektirildi. Askerî darbeler olduğunda bu pırıl pırıl gençler, idam sehpalarına dahi çıkartıldı, onlar için kötülüklerden kötülük beğenildi. Çiftlik Bank gibi dolandırıcılık hayalleri kurmuyorlardı geceleyin başlarını yastığa koyduklarında. Varsa yoksa iyi ve güzel şeyler, geleceğe dair umutlar… İşlerini bilenlere, yani kendi bencil çıkarlarına göre yaşayanlara bütün kapılar açılırken…

Çürüme denilen şey, gelecek tahayyülünden yoksunluk, koşulsuz itaat, umursamazlık, korku ve bencillikle gerçekleşir, gerçekleşiyor.

Bir an, bütün bu iyi yürekli gençlerin, çevrecilerin, insan hakları savunucularının, feministlerin ve bütün o marjinal diye işaret edilen çevrelerin olmadığını hayal ediyorum da, geriye ne kalırdı? Öldürülen kadınlar, iş cinayetleri, çevre katliamları ne düzeye gelirdi? Böyle giderse de kalmayacak ya da öyle bir kuşatılmış ve sesleri kısılmış olacaklar ki…

Türkiye birbiri ardına ekonomik yapısal dönüşümler yaşadı, yaşıyor. Bu yapısal dönüşümler, sermayenin yoğunlaşması, enflasyon, kaynakların yok edilmesi, özellikle popülist politikalarla ülkeyi yönetenlerin günü kurtarmaya yönelik icraatları yüzünden, orta sınıfın niteliği değişti. Görece bağımsız olan kesimler, bağımlılaştırıldı, içine kapanmaya zorlandı. Kültür sanat takipçileri de değişti, kapanan edebiyat dergileri ve birbirine benzeyen çok sayıda popüler edebiyat dergilerini karşılaştırmak bile bir fikir verebilir. İki tür yayıncılık da bir arada olabilecekken… Ciddi edebiyat dergilerinin yokluğunda, popüler olanların düzeyi düştükçe düşer.

Ekonomik yapısal dönüşüm, nereye ait olduğunu bilemeyen, kültürel ve manevi boşluk içinde bir burjuva sınıfı da yarattı… Muhafazakârlık ya da liberallik, bu kültürel boşluğu maskeliyor sadece ve dağılmaktan koruyor, mış gibi yapılarak… Bu yüzden kültürel iktidarlarının içi boş, doldurabilmeleri de mümkün değil; çünkü birikim ve evrensel olanla bağ gerek. Kültürün de bir sermayesi vardır ve zorla ele geçirilecek bir şey değildir. Bir gazeteniz ya da üniversiteniz olabilir, ama bir gazete ya da üniversite, kültürel sermaye olmadan işlevsizdir.

Eskiden yazarların, entelektüellerin gündeme dair görüşleri merak edilirken, şimdi anket firması sahiplerinin yorumlarına yer veriliyor medyada. Geleceği tahayyül etmek onlara bırakıldı.

Değiştirmek için değiştirilecek şey hakkında bilgi sahibi olmak gerekir ama teorik bakış öylesine yetersiz ki… Kracauer’in tespitiyle, hayatta kalma içgüdüsüyle hareket eden çoğunluk, alacağı cevaplardan haklı ya da haksız yere korktuğu için can sıkıcı sorulardan köşe bucak kaçar ve bilginin önüne setler çekilsin ister. Kayıtsızlık ve çürüme, bu yüzden bir ve aynı şeydir.

Birkaç gün evvel, Beckett üzerine bir yazı yazarken Jean Paul Sartre’ın bir banka hesabı bile olmadığını öğrenince çok şaşırmıştım. Neden şaşırdıysam ve neden şimdi aklıma geldiyse..... Yağmur yağıyor dışarıda; yağmıyor da, sanki düşüp parçalanıyor öfkeyle…