Biz doğduğumuz günkü kadarız. Çok uzun zamandan beri bu böyle. Cansever’in dizelerinde doğduk sanki. Ve öylece kaldık. Yenilgilerimiz, acılarımız, kaybettiklerimizle kaldık. Gidenler “bir ölüm sonrası güzelliğindeydi.” Öfkemiz içimizde kaldı, sessizce kemirdi bizi. Acı içimizde kaldı, sessizce kemirdi. Bir mutsuzluk yerleşti yüzlerimize. Dallarımız budandı sanki, kollarımız uzayamaz oldu gökyüzüne. 9 yaşında kaldık. Adımız Veysel kaldı. Belki 3 bin yaşındaydık belki daha fazla. Gençtik, yaşlıydık. İşçiydik, işsizdik, kamu emekçisiydik, mühendistik, mimardık, öğrenciydik, öğretmendik.

Barış demek için Türkiye’nin dört bir yanından otobüslere dolmuştu umut. Oysa umuda yer yoktu artık. Sadece gidenler değil, koca bir ülke de ölüm sonrasındaki güzelliğindeydi sanki. “Biçilmiş bir çayırdı... yarı kapalı duran gözleri… Güneşin altında.”

Ölü sayısı 102 olarak geçti kayıtlara. Biz milyonlarla öldük hâlbuki. Sonra birileri ölülerimizin anılarını yuhalarken bir kez daha öldük. Yüzüne bakamaz olduk sokaktaki insanların. Öfkemiz içimizde kemirdi durdu bizi. Yokmuş gibi yaptık yaşayabilmek için belki.

Ve suskunluğumuz ve çaresizliğimiz bir utanç anıtı olarak yerleşti yüzümüze.

2 yıl önceydi. Tarih 10 Ekim 2015. Saat 10:04 civarıydı. Ankara Garı önünde Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ölümcül terör eylemi gerçekleşti. Toplumsal muhalefeti susturmak için gerçekleştirilmişti saldırı. Başarılı oldu.

Sonra ülke bir terör dalgasıyla sarsıldı ardı sıra. Failler değişse de yöntem aynıydı.

Sadece ölümün dili konuşulur oldu. Barış diyen öğretmen, barış diyen akademisyen terörist ilan edildi. Barış isteyen ve IŞİD tarafından öldürülenler de barış dediklerine göre teröristti mutlaka. Zaten toplum ikiye bölünmüştü.

Toplumun yarısı diğer yarısını terörist diye linç etmeye hazırdı.

Barış demek en büyük suçtu.

Sonra ölüm neydi ki bizim için. Soma’da madende ölmüştük, suçluyu işçilerin arasında aramıştık. Ankara’da ölmüştük, suçlu mutlaka mitinge katılanlardı. IŞİD tarafından yakıldık, görmezden gelindik. Kefen biçiliyordu hepimize.

Şahadete susamıştık sanki. Ekonomik büyümenin büyük ülküsü için iş cinayetlerinde ölüyorduk. Esad’a karşı, ABD ile girdiğimiz cihat yolunda ölüyorduk. Devlet düşmanlarına karşı büyük bir seferdeydik. Ölüyorduk. Dört bir yanımız düşmanla çevriliydi. Yanı başımızda düşmanlar vardı.

Ne kadar düşman varsa hepsi birdi. FETÖ’ye karşı bugüne kadar mücadele edenler bile iktidara muhalifse FETÖ’cüydü artık.

Kentler yıkılıyordu. Ormanlar yok ediliyordu. Derelere set çekiliyordu. Her şey daha fazla büyümek içindi. İş makineleri tanklara, askerler, işçilere karışıyordu. Mezarlar birbiri ile yarışıyordu.

3. Köprü, 3.Havalimanı, Suriye’de yıkılan kentler, Doğu’da teröristleri saklıyor diye yıkılan kentler. Hepsi büyük bir projeydi.

Dün düşman ilan edilen Rusya’nın gözetiminde, Suriye’de Türkiye müttefiki ılımlı İslamcıların diyarı İdlib’e doğru mehter marşı ile ilerliyoruz şimdi.

Kör bir karanlığın içindeyiz. Kim bir ip uzatsa tutmaya hazır. Dünün düşman ilan edilen ülkeleri Rusya, İran, Venezüella, Sırbistan, İran vb. ABD karşıtlığı yüksek olan ülkelerle,

hatta Esad ile yürümeye çalışıyoruz belli ki. “Sesimi duyan var mı?” diye sesleniyor biri. “Biz varız” diyor bir koro. ABD emperyalizminin bölge çıkarları için, Rakka’ya biz gideriz, Musul’u biz hallederiz diye ABD’nin etrafında aylarca dolaşanlar, daha dün ABD’nin 6. filosunu denize döken devrimci gençlere saldıranlar, anti-emperyalizm bayrağını eline alıp, karşı tribünden bayrak sallıyor şimdi.

Biz iş cinayetlerinde ölmeye devam ediyoruz. Biraz daha çocuk, biraz daha göçmeniz ölümlerde.

Ve daha öfkeliyiz şimdi.

“Hatırlanmasıydın sanki

Su üstü düzgünlüğünde bir çakılın

Anısını kaybetmiş bir çakılın

Deniz diplerinde seğirtirkenki.

Şimdi sen öldükten sonraki güzelliğindesin

Sırtın denizi yalayan gemi ipleri gibi

Biçilmiş bir çayırdır yarı kapalı duran gözlerin

Güneşin altında

Hızını süzüyorken asfalt yolun

Bir gidiş de olabilir bu bir bekleyiş de. Ben doğduğum günkü kadarım

Sense bir ölüm sonrası güzelliğinde

Basaraktan geçeceğiz yeniden

Yeniden yeniden yeniden

Daha öfkeli

Yenikken bıraktığımız ayak izlerimize” Edip Cansever