Siyasal gücü ellerinde tutanlar inkâr ve aymazlığı iç içe yaşıyorlar. Bir tek RTE ya da MHP dahil RTE şürekasından söz etmiyorum. Büyük sermayesinden bürokrasiye giderek CHP yöneticilerine kadar bütün bir egemen yapı, bu ruh halinde.

İnkâr, acı/ korkutucu gerçeği yok sayarak, inandığına gerçek muamelesi yapmak. Aymazlık ise içinde yaşanılan durumla ilgili sorumluluk duymaktansa bu olumsuz durumu kendi yararına bir yönetme aracı yapabileceğini sanmak.

Bırakın tek tek insanları, koca şehirlerin üzerine karanlık bir bunaltı çökmüş durumda. İnsanlar kör kuyularında sıkışmışlık hissi içinde kendi içlerine kapanıyorlar. Kimse kimseye güvenmiyor ve işin acısı güvenmemekte haklı olduklarını gösteren durumlarla da karşılaşıyorlar. Hemen herkes en basit, sıradan olaylar da bile kendisine haksızlık edilmiş olduğu kuşkusuna kapılıyor, çoğu zaman da haksızlığa uğramış oluyor. Veli öğretmene, öğretmen öğrenciye, hasta ile doktor birbirlerine, ıspanak alan manava, VAR hakemine, ekranlarda konuşanlara, gazetelerde yazılanlara, sevgili sevgiliye; çoğalt çoğaltabildiğince örnekleri, durum bu. Özcesi, kişilerarası her ilişkiye güvensizlik, aldatılma ve yalan korkusu sızıyor, çoğu zaman da gerçek çıkıyor. İnsanlar birbirlerine güvenmedikleri gibi, mesleklere, kurumlara ve o soyut “devlet” e de hiç bir şekilde güven duymuyorlar.

İnkâr, ıspanak komplosu gibi gülünç noktalara varmış durumda. Ama durum hiç gülünç değil. Türkiye’ de çok da görülmeyen toplu özkıyımlar bile alçakça komplo, provokasyon, istismar etme gibi yorumlarla inkâr edilmeye çalışılıyor. Sanki her şey çok yolundaymış, çok güçlü, çok zengin durumdaymış ülke de, “düşmanlar” bu gücü zayıflatmaya çalışıyorlarmış teranelerinden geçilmiyor.

Bilerek ya da bilmeyerek, madem bu kadar güçlü ve zenginiz, o zaman benim içinde bulunduğum yoksulluk ve yoksunluğun sorumluları olmalı inancına kapılan yığınların düşmanlık ve öfke biriktirmelerine yol açıyorlar.

Aymazlık ise işsizlik, yoksulluk ve yoksunluk içindeki yığınları milliyetçilik ve din eliyle çekip çevrilebileceklerini, iktidarın bekası için kullanışlı “askerlere” dönüştürülebileceklerini sanmak. İktidardakilerin yalnızlaştırılmış, zayıflatılmış yığınların biat edeceklerine olan inancıyla muhalefeti ellerinde tutanların aynı yığınların “yeni bir kurtarıcı” arayacaklarına olan inancı birbirinin kopyası.

Oysa insanlar sıkışıyor, bunalıyor, açlık ve yoksulluk çekiyor, işsiz, evsiz kalıyor ve “bileniyorlar.”

Öfkeyle; düşmancıl, yıkıcı bir öfkeyle bileniyorlar. Şimdilerde birbirlerine ve kendilerine yöneltiyorlar bu öfkeyi. Erkekler kadınların canını alıyor, trafikte birbirlerinin üzerine direksiyon kırıyor, araba kaputlarının üzerine çıkıp tekmeliyorlar. Henüz başkasına vurabilecek kadar gözü dönmeyenler kendilerine vuruyor, başkasının canını alma isteklerini kendi canlarına kıyarak denetleyebiliyorlar. LGBT bireylere yönelik düşmanca ayrımcılığa susanlar, şimdi otizmi olan çocuklara yönelen ayrımcılık karşısında şaşalıyorlar. “Suriyeli” etiketi altında toplanan binbir göçmen her an saldırıya uğrama tehditi altında yaşamaya çalışıyor, kimi zaman da linç benzeri olaylar görülüyor.

Varsın klişe olsun ama “patlamaya hazır bir bombaya” dönüşmüş durumda toplum.

O sıkışmış, soluk alınamayan şehirlerde, karanlık sokaklarda, izbeliklerde açlık, yoksunluk ve şiddet altında mayalanan şey “kötülük”. Muktedirler yok saydıkça ve yönetebileceklerini sandıkça da maya tutuyor. Toplum, soluk almasını engelleyenlerin soluğunu tıkamaya bileniyor.

Bireysel yoksulluğunun ancak başka yoksullarla bir araya geldiğinde, örgütlendiğinde ortadan kaldırılabileceğine inanmayanlar, bu inancın örgütlenmesi de mümkün olmazsa örgütsüz, öfkeli güruha dönüşürler. O zaman gücü yeten gücü yetene dönüşür. Öylesi bir ateş önce bugün kendilerini güçlü sananları yakar.