“Bu ülkede solcuların neden iktidar olamayacağının yolundan gidiyoruz şu anda abi” dedi taksici. Navigasyona baktım, 1071 Malazgirt Bulvarı’ndayız. “Biliyorum” dedim, bir sessizlik oldu. “... Yani konuyu biliyorum.”

Sekiz yıl önce bir grup ODTÜ’lü akademisyenin sohbetine dahil oldum. Konu, o sırada adı konmamış “1071 Malazgirt Bulvarı”nın inşasına karşı yapılan eylemlerdi. Yol, ODTÜ Ormanı’nın “tam ortasından” geçiyordu, Gökçek bunu pisliğine yapıyordu, devlet şiddet uygulasa da geri adım atmadan direnmek gerekiyordu.

Gruptakilerin neredeyse tamamı bu tezlerle konuşmaya katılırken, suskun bir akademisyen aykırı bir söylemle araya girdi: “ODTÜ’yü bölmek, ODTÜ ormanını katletmek isteyenler var. İktidara bıraksan orayı üç günde TOKİ tarlasına döndürür, bu doğru. Öte yandan şu anda tartışılan yol başka bir yol. Anadolu Bulvarı’nı Konya Yolu’na bağlamak için Murat Karayalçın döneminde planlanan bir geçit bu. ODTÜ’nün ortasından değil, nüfus artınca buraya yol yapılacağı bilindiği için ağaçlandırılmayan kıyısından geçen yol. Şu an yaptığınız muhalefet şekli, hem Gökçek’e kamuoyunda itibar kazandıracak, hem yarın yapılmaya çalışılacak gerçek bir katliam karşısında yalancı çobana döneceğiz, hem de birçok genci gereksiz bir şekilde şiddetle karşı karşıya bırakacak. Üstelik hepinizin iki, üç aracı var ve o yol yapıldığında eminim ki, pişkin pişkin o yolu kullanacaksınız.”

***

Taksiciye bunları söylemedim elbette, “Konuyu biliyorum” dedikten sonra da tek laf etmeden telefonuma bakmaya devam ettim.

Gecenin sonunda bir konuşan, pir konuşan akademisyen ne dediyse doğru çıktı. O gün orada olan diğer akademisyenler bugün otomobilleriyle “1071 Malazgirt Bulvarı”nı kullanıyorlar mı, bir tek bunu bilmiyorum.

İstisnai şartlar hariç, bir oyuncu rakip yarı sahada, karşı takımın defansının gerisinde kalırsa ofsayta düşmüş oluyor. O andan itibaren ne yapsa boş, gidip kaleye gol atsa bile anlamsız, çünkü gol sayılmıyor. Her ne kadar Mustafa Sarıgül, “İktidara gelirsem ofsaytı kaldıracağım” demişse de, o kutlu güne dek, kurallar böyle.

Lenin’in Marksizm’e en önemli katkısı “sınıf önderliği” kavramını somutlaştırması olabilir. Önderlik, yaptığı eylemler ve aldığı kararlarla arkasındaki halk kitlesini genişletebilir veya hızlı koşarak aradaki bağı kopartıp yalnızlaşabilir. Bahsedilen ikinci durum, ofsaytın ta kendisi.

***

Ofsayt siyaseti siyasal karşılaşmalarda da bolca görünür. Örneğin bugün Taksim Meydanı’nda üç tarihi siyaset ofsaytının anıtlarını görebilirsiniz. Birincisi Taksim’de yapılan cami. Aslında muhaliflerin büyük kısmı Taksim’de cami yapılmasına karşı değildi, karşı olunan Gezi Parkı’na bir cami (veya bir AVM, bir kışla, bir barok opera binası, herhangi bir bina) yapılmasıydı. Bu itiraz bütünüyle makuldü ve muhalif önderlerin halkla bağını kopartıp ofsayta düşmesine olanak yoktu. Ama tartışma daha sonra “Taksim’de cami yapılamaz” cümlesine dönüştü. Bu iddiayı açıklamanın bir yolu yoktu. Türkiye’nin her yeri camilerle doluyken, her gün yüzbinlerce kişinin geçtiği Taksim’de niye cami yapılmasın? Bu soru “Bir Taksim’imiz var, ona da mı göz diktiniz?” gibi bir yanıt buluyordu ve doğal olarak ofsayta düşülüyordu.

***

İkinci ofsayt AKM konusunda yaşandı. 2013-2019 arasında muhaliflerin neredeyse tamamı “Yıkılan AKM’nin yerine bir kültür merkezinin asla yapılmayacağını” iddia etti. Proje açıklanıp, yeni AKM’nin görselleri basında paylaşıldığında da bu kuşkuculuk bitmedi. “Bizim bildiğimiz Tayyip, oraya asla ve katta bir kültür merkezi yaptırmaz”dı. Bina gözle görülür hale gelince iddia sahipleri sustu. Her iki konuda da özeleştiri getiren veya durumu yorumlayan bir muhalife ben rastlamadım.

Üçüncü ve en büyük ofsayt, Gezi konusunda halka ve akla muhalefet eden Erdoğan’dan geldi. Beton yığını içindeki bir avuç yeşillik, dozerlerle ezilmedi. Dünyayı titreten büyük lider, Gezi Parkı’ndan bir çiçek bile kopartmaya muvaffak olamadı. Gezi Parkı’nda ağaçlar, AKP’nin tarihi ofsaytının tanıkları olarak çiçek açmaya devam ediyor.

***

İktidar sözcüleri bugünlerde de sık sık ofsayta düşüyor gibi... BirGün’den arayıp, iktidarın absürt açıklamalarını yorumlamamı istediler. “Aç tokun halinden anlamaz, bu nedenle muhtemelen ne dediklerinin farkında değiller” dedim ve ekledim: “Ama bir ihtimal, dikkat çekmeye çalışan yaramaz çocuklar gibi bilinçli konuşuyor olabilirler.”

İktidarın “Bu kadar da olmaz, pes” diye dinlediğimiz açıklamaları, muhalif vatandaşları ofsayta düşürmek için kurgulanmış olmasın? Eğer dillere hakim olunmaz ve alaycı sözler AKP’ye oy veren herkese yönlenirse, iktidar Mart 2019’dan beri kaybettiği psikolojik üstünlüğü tekrar ele geçirebilir. Muhalifler AKP’lilere “Hepiniz geri zekalısınız” dediği anda ofsayt düdüğü çalar.

***

AKP’ye oy veren seçmenin ezici çoğunluğu bu ülkenin işçisi, emekçisi, köylüsü, esnafı. Son kırk yıllık genel muhalefet tarzı bu muazzam kitleden kopup depar atarak ve her seferinde ofsayta düşerek geçti. Büyük kentteki sahipsiz, yoksul, korku içinde kitlelerle bağlar biraz da orta sınıf “muhalif seçmen”in kibri nedeniyle yok edildi.

Şu an AKP’nin tek şansı, muhalifleri bir kez daha akıldan ve halktan kopartmak, çünkü bu tuzak çalıştığı anda kazanma şansları var. Alevi Bektaşi geleneğindeki o muazzam sözü, ‘elimize, dilimize ve belimize sahip çıkmayı’ hiç unutmamak gerekiyor. Muhalifler her adımı rakip defansı gözlemleyerek atmalı.

Ankaralı taksici arkadaş, umarım ileride yanılırsın ve o gün hep birlikte kazanmış oluruz.