Eğitimin muhteşem üçlüsü olarak tanımladığımız “öğrenci, okul, öğretmen” farklı biçimlerde de olsa bir araya gelemiyorsa öğrenci için okuldan kopuş ve telafi edilemeyen bir kayıp dönem yaşanır.

Öğrenci, okul ve öğretmenin dayanılmaz ayrılığı

ASLIHAN HANCI

Aylardır dünya ve ülke çapında verilen salgın savaşı nedeniyle gerek toplum, gerekse insanlık olarak tarihsel bir süreç yaşıyoruz. Kimin galip çıkacağı, kimlerin sağ kalıp kimlerin daha çok kayıpla atlatacağının belirsizliği, salgın koşullarını ağırlaştırıyor. Toplumun tüm kesimleri süreçten olumsuz şekilde etkileniyor. Direkt olarak hastalığa yakalanmasa bile işini kaybediyor, işyerini kapatıyor, borçlanıyor, yoksullaşıyor, başka hastalıklarını tedavi ettiremiyor, eğitime erişemiyor, sağlıklı beslenemiyor… Salgını salgın yapan da bu kötüye gidişin nereye kadar devam edeceğine dair belirsizlik ve bu belirsizliğin yarattığı olumsuz sonuçlar oluyor. Uzayan salgın süreci, yaşamın temel alanlarını zorluyor. Temel yaşam alanlarının sürdürülmesine engel oluyor. Temel yaşam alanları denince ilk akla gelenler, sağlık, ekonomi ve eğitim oluyor. Aylardır bu üç alanın ayakta kalması için, bazen biri bazen diğeri lehine alınan önlemler, kurallar veya normalleşme adımlarıyla ilgili kararlar, salgının gidişatını etkilediği gibi yaşamlarımızı da hızlı ve etkili bir biçimde şekillendiriyor. Bu şekillenmede, alınan kararlar yanında söz konusu üç temel alanın birbirlerini etkilemeleri ve kendi aralarında etkileşimde bulunmaları da büyük rol oynuyor. Bir alanda olumlu sonuç için alınan karar, diğeri için çok olumsuz sonuçlara yol açabiliyor.

SAĞLIK, EKONOMİ, EĞİTİM

Birbiriyle bağlantılı biçimde ‘sağlık –eğitim–ekonomi, ekonomi–eğitim– sağlık’ veya ‘eğitim-sağlık–ekonomi ya da sağlık–ekonomi–eğitimgibi üçlü etkileşimlerin farklı kombinasyonlarını kafamızda döndürebileceğimiz sıralamalar yapılabilir. Ancak sonuçta bu üç temel alanda sorunların büyüdüğü gerçeğinden kaçınamayız. Somut olarak her gün yeni bir gelişme yaşıyor ve tanık oluyoruz. Üç alanın birbirleri arasındaki etkileşimler, hangisinin öncelendiğine bağlı olarak toplam altı farklı biçimde sıralanabilir. Yaşam ve siyasetin zorunluluk ve öncelikleri çerçevesinde sıralamanın değiştiğini deneyimleyebiliyoruz. Sonuçta bu üçlü nasıl sıralanırsa sıralansın, birbirlerine olan etkilerini azaltmazlar, aksine kimi zaman çoğaltırlar. Tek değişen şey, etkinin yönü, doğrultusu, nereden nereye olduğu olur belki. Elbette etkileşim olduğu zaman söz konusu etki, iki veya daha çok yönlü hale de gelebiliyor. Yani sağlık ekonomiyi, ekonomi sağlığı ya da ikisi birlikte eğitimi etkileyebiliyor. Eğitim de dönüp dolaşıp bazen kısa, bazen de uzun vadede her ikisini birden etkiliyor kuşkusuz. Velhasıl, söylemek istenen şudur ki; birbirine sıkı sıkıya bağlı bu üçlü, mahşerin dört atlısından üçü misali yaşamlarımızda şaha kalkmış durumda. Birinden birini diğerine feda etme lüksümüz olamaz. Hepsi de yaşamsal alanlar. Mahşerin dördüncü atlısı, kurtarıcı olan beyaz atlıdır. (Diğer üçü şöyle: Kızıl atlı, kan ve savaşı; siyah atlı, açlığı; soluk renkli olansa vebayı yani salgın hastalığı temsil eder1) Savaşımız var, salgınımız var, açlığımız, yoksulluğumuz var ve kurtarıcımızı bekliyoruz. Kurduğumuz analojiye göre kurtarıcı kim olmalı? Eğitim mi, ekonomi mi? Bulunmasını beklediğimiz aşı mı?

Hızlıca geçilen normalleşme süreci, bu üçlüden ikisinin, yani sağlık ve ekonominin sıkı etkileşimi sonucu gerçekleşti aslında. Hesapsızca dalınan normalleşme sürecinin sonuçları, üçlü etkileşimi kar topu misali büyüttü ve büyütüyor. Sağlık ve ekonominin etkileri de eğitimde kriz yaratıyor. Salgın verilerinin logaritmik artışı, turkuaz panoya nasıl yansıyamıyor/yansı(tıl)mıyorsa, salgın öncesi bu üçlünün birbirleriyle olan etkileşimlerini de bu kadar somut, hızlı ve yakıcı biçimde algılayamıyorduk. Salgın eşitsizlikleri, ilişkileri, öncelikleri, vicdanları, adaleti, özlemi, fedakârlığı, mücadeleyi, saygıyı, sevgiyi ve daha pek çok şeyi gerçek önemi ve arı haliyle yaşatıyor. Üçlünün birbiriyle mücadele ve rekabet eden, hem de birbirini besleyen etkileşimleri arasında toplumsal yaşamımız sarsılıyor ve değişiyor. Ekonomik gerekçelerle salgına yol veriliyor, salgın nedeniyle eğitime ara veriliyor, yine ekonomik gerekçelerle okullar salgına hazır olamıyor, öğretmen maaşları yük oluyor, öğrenciler uzaktan eğitime erişemiyor gibi etkileşim zincirleri yaşamımızı sararak, sarsarak ilerliyor.

MUHTEŞEM ÜÇLÜ

Öğrenci, okul ve öğretmen üçlüsünün muhteşem birlikteliği ve tamamlayıcılığı, eğitim alanının odak noktasını oluşturuyor. Biraz daha yaklaştığımızda son günlerin tartışmalarının da öne çıkardığı gibi etkileşimli ve birbirine sıkıca bağlı olan bu üçlüyü birbirinden ayrılamaz bir bütün olarak görüyoruz. Bu üçlü, eğitimin sacayağını oluşturan temel ayaklar olarak değerlendirilmelidir. Okul, öğrenciler ile öğretmenleri bir araya getiren bir mekân (bina, fiziksel donanım) olmaktan çok daha fazla anlam, işlev ve nitelik kazanan bir kurum oldu eğitim sistemlerinde. Okulun varlığı, yokluğu, yararı ve zararı çok tartışıldı, tartışılıyor eğitimciler arasında. Ancak, vazgeçmek mümkün ol(a)madı şimdiye kadar. Alternatif, özgür, özerk, uygulamalı, vb. pek çok türleri geliştirilmeye çalışıldı, çalışılıyor. Yine de ne Ivan Illich’in “Okulsuz Toplum”una2 ulaşabildik ne de Jacques Ranciere’in zihinsel özgürleşmeyi sağlayacak “Cahil Hoca”sında3 tasvir edilen eğitim anlayışı tam olarak gerçekleşebildi. Bireyin özgürleşmesi, kendini keşfetmesi, yetenek ve becerileriyle var olabilmesi, öğrenmeyi öğrenebilmesi, özneleşebilmesi, otoriteye uyum yerine akademik benlik, öz farkındalık ve öz disiplinini geliştirebilmesi, okula dair eleştirileri olan eğitimcilerin vurguladıkları önemli başlıklardı. Zorunlu olarak okulsuz kalınan bugünlerde, bu yaklaşım ve önerilerin önemi daha çok anlaşıldı.

Evde ebeveynleriyle ve kendileriyle baş başa kalan öğrencilerin akademik, psikolojik ve kişisel gelişimlerinin bağlı olduğu etkenler, okul dışına kaydı. Okul, öğrenciler üzerinde etkili bir unsur olmaktan çıktı. Okulu pek çok yönden eleştiren eğitimciler açısından kişinin özgür, özerk ve özne olabileceği bir ortamın (zorunlu olarak da olsa) doğmuş olma olasılığından bahsedilebilir belki, elbette varsayım olarak. Ancak bu durum, içinde bulunulan dönemle ilgili öğrencinin farkındalığını artırmasını, bilinçli bir şekilde kendini geliştirme, bu konuda öz disiplinle çalışma içinde olmasını gerektirmektedir. Ayrıca, bütün bunlar elbette ki; ailenin sosyo-kültürel birikimi, maddi ve teknolojik olanakları buna el veriyorsa gerçekleşebilir. Dünyada veya ülkemizde bu olanaklara ve bu bilince sahip olabilen aile ve çocuk oranı ne olabilir? Uzaktan eğitim denemelerinin çok çarpıcı biçimde gösterdiği gibi her açıdan derinleşen eşitsizlikle birlikte eğitimden, okuma ve yazma kültür ortamından giderek uzaklaşan ve okulsuzlaşan bir toplum oluşuyor. UNICEFin son verilerine göre, dünyada salgın nedeniyle uygulanan karantina koşullarında 1.5 milyar çocuk okulların kapanmasından etkilendi. UNICEF’in ‘Uzaktan Eğitime Erişebilirlik Raporu’nda bu çocukların en az üçte biri için uzaktan eğitim kavramı diye bir kavramın olmadığı, 100 ülkeden toplanan verilerle tespit edildi.4 Kaldı ki uzaktan eğitime erişim sağlayan her çocuğun da bundan ne kadar yararlanabildiği, akademik, kişisel vb. gelişimine ne kadar katkı sağlayabildiği, kısaca uzaktan eğitimi ne kadar verimli kullanabildiği de ayrı bir tartışma konusudur. Çünkü erişim olanakları sağlansa dahi, aileler ve çocuklar arasındaki dijital beceri eşitsizlikleri ve eksiklikleri, uzaktan eğitim için bir başka büyük engel daha ortaya çıkarmaktadır.

Dolayısıyla, öğretmenin öğretici etkisi ve rehberliği yerine öğrencinin kendi iradi öğrenmesi; okulun geliştirici ortamı yerine de ailenin kültürel sermayesi ve sunduğu olanaklar yoksa bu dönem öğrenci için kayıp bir dönem olur. Yani, eğitimin muhteşem üçlüsü olarak tanımladığımız “öğrenci, okul, öğretmen” farklı biçimlerde de olsa bir araya gelemiyorsa öğrenci için okuldan kopuş ve telafi edilemeyen bir kayıp dönem yaşanır. Okulların açılıp kapanmasıyla, açılırsa nasıl açılacağı, kaç gün, kaç saat olacağı, öğretmenle öğrencinin nasıl bir araya geleceği, uzaktan eğitime erişimin nasıl olacağıyla ilgili yaşanan tüm tartışmaların sebebi de bu durumun önemini göstermektedir. “Öğrenci, okul ve öğretmen” üçlüsünün dayanılamaz ayrılığı söz konusudur ve kurtarıcı beyaz atlı ufukta görünmemektedir.

Peki, ne yapmalı? Okulları açabilmek için tüm toplumun ortak katılımı ve çabası gerekmekte ama daha çok ve ondan önce, ödenek ayırması, planlama yapması, ekonomik olanakları kısmadan, sakınmadan yeterli bir bütçeyle davranarak, kamusal eğitim hizmetini tüm toplum kesimlerine eşit bir şekilde ulaşılabilir kılması gereken bir eğitim bakanlığının var olması ve bu bakanlığın, eğitimcilerden, öğrencilerden, velilerden, eğitim sendikalarından gelen seslere, öneri ve eleştirilere kulak vererek inandırıcılığını, etkisini ve sürece hakimiyetini ortaya koyması gerekmektedir. Çünkü ancak o zaman okulları birlikte açabileceğiz.


Dipnotlar

1 https://tr.wikipedia.org

2 Ivan Illich, Okulsuz Toplum,
Şule Yayınları, 2018

3 Jacques Ranciere, Cahil Hoca Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders,
Metis Yayınları, 2015.

4 https://www.unicef.org/