Boğaziçi kayyımını protesto eden öğrencilerin karşısında siyasi iktidar, bürokratlar, yargı, polis var. Bu listeye dün Alaattin Çakıcı ile birlikte mafya da eklendi, yekpare düzen tamamlanmış oldu.

Düne kadar 9 öğrenci tutuklanmıştı, daha fazlası ev hapsinde, onlarcası gözaltında tutuldu, kötü muameleye maruz kaldı, en “ucuz atlatanı” sınavlarına giremedi. Ve iktidara biat etmedikleri sürece bu baskıların süreceğinin, yani başlarına gelecek olanların en az bizler kadar farkındalar.

Peki, bir Melih Bulu için değer mi? Ya da şöyle soralım, bir rektör için değer mi?

Ama Melih Bulu sadece bir rektör değil ki. İktidarın “çıt çıkmayacak” politikasının yürütücüsü, otoritenin gölgesi, yeni düzenin sureti.

Yani Melih Bulu diye biri aslında yok. Sadece bir iktidar var, Çakıcı’nın açık mektuplarla desteğini açıkladığı bir iktidar.

Öğrencilerin bu iktidarla derdi de sadece Melih Bulu veya şöyle diyelim, “demokratik olmayan rektörlük” değil, öğrenci olsun olmasın gençlerin gelecek kaygısı her şeye baskın geliyor, bu eylemler de onun tezahürü.

“Gençlerin hayali, düzenli çalışma saatleri, düzenli maaşı ve düzenli tatil hakkı olan bir iş. Çalışanların halihazırdaki koşulları ise beklentileri ile örtüşmüyor. İşsiz gençler ise çalışmadan beklentilerini daha çok ‘saygınlık, saygı duyulmak’ kavramları ile ifade ediyor. Bu durum, işsiz gençlerin kendilerini aileye ve çevreye karşı sorumlu ve mahcup hissetmesiyle ilgili.”

“Kamu sektörü ‘düzenli çalışma saatleri, düzenli maaşı ve tatil hakkı’ imkanlarıyla daha cazip bir seçenek. Ancak gençler, devlet kadrolarında kayırmacılığın ön planda olduğunu ve işe alımlarda bu durumun etkili olduğunu düşünüyor. İş bulurken veya çalışma ortamında akrabaların/tanıdıkların varlığının bu süreçleri kolaylaştırdığını düşünüyor. ‘Sosyal sermaye’ denilen bu ilişkiler ağının yoksunluğu ise dışlanma hissi ve stres yaratıyor.”

“Gençlerin güvencesizliğini derinleştiren bir başka unsur da çalışma hayatındaki hiyerarşik ilişkilere karşı çalışanı koruyan kurumsal bir sistem veya dayanışma ağlarının yoksunluğu. Yöneticilerin keyfi uygulamalarına karşı yalnız ve kırılgan bir konumdalar.”

“Kredi kartı, ev kredisi ve Kredi Yurtlar Kurumu’ndan alınan öğrenci kredileri gibi borçları var. Bu da gelecek planlarını etkiliyor. Bazıları faturalarını ödemekte zorlanıyor. Geçim sıkıntısı gençleri aileleri ile yaşamaya zorunlu kılıyor.”

“Gençler eğitim, meslek ve istihdam durumu fark etmeksizin geçim sıkıntısı çekiyor. ‘Güvencesizlik ve belirsizlik’ hislerinde ortaklaşıyorlar. Bu ortak hisler gençlerde endişeli, kaygılı ve stresli olmalarına sebep olurken geleceğe dair umutsuzluk hislerinin oluşmasını da etkiliyor.”

“Araştırmaya katılan gençlerin çoğu ülkenin kötüye gittiğini düşünüyor ve bunu daha çok ekonomik kaygılar ile ilişkilendiriyor. Gençler, ülkenin gidişatına dair olumsuz hisleri, siyaset kurumu ve siyasetçilere olan güvensizliklerine rağmen bu kötüye gidişin kendi jenerasyonları tarafından durdurulacağına inanıyor.”

Bu tespitler, İstanpol’un “Türkiye’de Gençlerin Güvencesizliği: Çalışma, Geçim ve Yaşam Algısı” araştırmasından.

Yani gençler için itiraz etmek artık bir seçim değil zorunluluk. Tek güvenceleri de kendileri.

Erkin Koray’ın Hayat Katarı, bugünler için yazılmış gibi:

Biliyorum ilerisi uçurum

Fakat sen yürü yavrum

Gerisi beter, gerisi malum

Gerisi beter, gerisi malum