Mesleğiniz?” sorusuna, “öğretmen” olarak verilen cevabın içindeki onur ve kıvancın karşılığı çok üst seviyededir.

Emeğin kutsallığının ortaya koyduğu bir seviyeden bahsediyorum… Ve bir duruşun ifadesidir.

Mesleğin hammaddesi insansa ve hele hele çocuk olunca, eserlerinin tamamı ete kemiğe bürünmüş bir sanatçıdan bahsediyorum…

Bilime ve bilgiye olan inancın korunması kararlılığı nedeniyle bedel ödemenin vicdanından bahsediyorum…

Yaşam içindeki birikimler sayesinde herkes kendi heykelini yontmaktadır. Bu sürecin içerisinde, heykeli yontmak için kullanılan aletlerin ne olduğunu ve heykelin hangi maddeden yapılması gerektiğinin tüm detaylarını öğretmenin temel öğretileri ve eğitimi sağlamaktadır. Bunlar kişiden kişiye farklılık gösterir. Süreç içerisinde bunların ayrımına varmak ve şekli netleştirmek alınan bu öğretilerin yansıması olur.

Bu yüzden mesleğin gerçek tanımını yaparken: Akıl ve vicdanın ete kemiğe bürünmüş halidir, demek gerekir. Aklın temelini “bilgi”, vicdanın temelini de “meslek ahlakı” ve “etik değerler” almaktadır.

Dünyaya gelmiş olan küçük bir çocuğun en önemli talebi; yaşama tutunmak için gerekli olan boşlukları doldurmaktır. Bunlar, fiziksel anlamadaki gelişimiyle, zihinsel anlamadaki gelişimini karşılayacak ve tatmin edecek taleplerdir. Çocuğun talepleri: almaya sonuna kadar açık olduğu doğru, yeni bilgilerdir.

Tüm bu ihtiyaçların formatını belirleyecek olan kişinin öğretmen olması, bir tesadüf değil bir sorumluluktur. Zaten bu sorumluluğu alma talebi, bu mesleğin kendisini oluşturur.

Ama öğretmen de bir insandır! Onun da yaşama karşı bir tepkisi vardır ve bu tepkileri belirleyen donanımlar onu da normal makul bir insan kılmaktadır. Dünyayı algılamakla ilgili düşüncelere sahiptir.

Sabah kalkıp giyinip, kahvaltısını yapıp, yola çıkıp okula gelene kadar koşullar onun içinde aynıdır ve o da aynı koşullara bir takım tepkiler vermektedir. Diğer tüm insanlar gibi…

Nereye kadar?

Ta ki o ‘kara tahta’nın önüne geçene kadar!

Mesleğin kutsallığını ortaya koyulduğu yerdir o ‘kara tahta’nın önü…

Çünkü yaşama tutunmak için talepleri olan ve boşluk içinde bulunan çocukların, bu ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğu işte bu noktada mesleği kutsal yapmaktadır.

Neden mi?

Vereceği bilgiyi saf, temiz ve objektif biçimde verme zorunluluğu kutsallığın kendisini ortaya koyar. Buradaki değer, bilginin bilimsel öz yapısının bozulmadan verilmesi için aklın ve vicdanın birlikte hareket etmesidir.

Öğretmenin dünya ile olan kişisel diyaloğu o kutsal alanda son bulmaktadır. Artık o alanda sorumluluğu başlar…

Tabii bu ortamı sağlayacak olan sistemden öğretmeninde talebi olacaktır: ‘Kara tahta’nın önünde özerkliğine sahip olma isteği bunların başında gelmektedir. Bu bilgiyi özgürce ve doğru sunmak için zorunlu taleptir.

Bunların sağlanması için sistemin, Sayın Prof. Dr. Selçuk İpek’in söylediği gibi “adil” ve “özgür” olması gerekir.

Eğitim bir süreçtir. Sonuçları sadece bir çocuğu değil, toplumu, ülkeyi ve dünyayı ilgilendirir.

Bir bebekten katil yaratma sendromunun altında yatan gerçeklerle, bir bebekten Einstein yaratma gerçekleri eğitim sistemi içindeki koşulların sağlamlığının veya sakatlığının ortaya koyduğu sonuçtur.

Öğretmen vicdanının içinde sadece kendine ait ve topluma ait ahlaki değerler yoktur. Tüm dünyada geçerli olan etik değerlerde bulunur ve bulunmak zorundadır.

Bilginin evrenselliği aynı zamanda öğretmenlik mesleğinin de evrenselliğini ortaya koyar. Bilgiyi sunma şekli ve bilimsel gerçekliğinin kaybolmaması tamamen mesleki etik değerlerin içinde bulunur. Dünyadan kopuk, dogmatik bir eğitim sistemi ve bir öğretmenin bu sistemin bir parçası olarak bunları uygulama zorunluluğu veya isteğinin ortaya koyacağı sonuçlar çok ağırdır.

Müfredatların bir geçerliliğinin kalmadığı dünyada çocuğun, keşfetme ve yetenek gelişimi üzerine kurgulanmış öğrenme çabukluğu, ister istemez öğretmenin değişim için şartlara ayak uyduracak veya kendisinin şartları değiştirme isteği entelektüel birikim ve metotların araştırılmasını zorunlu kılar.

Bu noktadaki araştırma talebinin zaman olanağı ve bilgiye ulaşma çabukluğunu sağlayacak koşul, öğretmen için özgür bir ortamın içinde üretkenliğin sağlanmasıdır.

Bu koşulun sağlanması öğretmen tarafından istenilen kişisel bir talep değildir. Dünyaya entegre olma kaygısı içinde olan ve rekabet koşullarının sağladığı avantajdan yararlanmak isteyen tüm ülkeler için zorunluluktur. İnsan yetiştirmenin sorumluluğu, kişisel veya yöresel bir talebi karşılamak için ortaya konulan bir çaba değildir. Aksine, dünyaya ait olma kararlılığının üretkenliğidir.

Tüm konuşmalar ışığında Almanya’dan, Finlandiya’dan ve İngiltere’den birer öğretmen ile Türkiye’den bir öğretmenin okula gelişini, okul içindeki özerkliği ve özgürlüğünü, araştırma çalışmalarını ve okuldan çıkıp eve gidiş zaman dilimlerini düşündüğümüzde ortaya nasıl bir tablo çıkar?

Hele günlerden de ay sonuysa!

Düşünelim…

Yeni öğretim yılında tüm öğretmen arkadaşlara başarılar diliyorum.