Çok değil, daha birkaç yıl öncesinde yaldızlı, cilalı AKP’nin ‘iyi’ günlerinde, Cumhuriyet’in öğretmeninin imam karşısında yenildiği neredeyse sevinç gözyaşlarıyla ilan edilmişti.

Bu savaşa AKP’den önce liberaller sarılmış, işi toplumun baştan beri kendisine yabancı olan, kendisine tepeden bakan seçkinci Kemalist projeye direncini destanlaştırmaya (!) kadar vardırmışlardı. Askeri- bürokratik vesayet Kemalist modernleştirmeyi topluma bir deli gömleği gibi giydirmeye çalışmış ama işte Anadolu insanı, kendisine yabancı olan bu tür bir sömürgeci Batılılaşma’ya karşı AKP’yi iktidara getirerek özüne dönmüştü! Asıl şimdi demokrasi ve özgürlükler dönemi başlıyor, seçkinci azınlıktan kurtulan toplum, tam da kendi içinden gelen, tıpkı kendisi gibi olan RT Erdoğan’ın şahsında kendi kendini yönetebileceğini kanıtlıyordu…

O zaman bu akıllara yöneltilen itirazlar, Kemalist seçkincilik, halka güvenmemek, halktan kopuk olmakla başlayıp Boğaz’daki yalısında viski yudumlayan solcu artığı damgası yemeye giden, cuntacı, askeri darbe heveslisi suçlamalarıyla susturulmaya çalışılmıştı.

Başta BirGün ama sayıları iyice azalan gazete ve haber siteleri günlerdir Süleymancıların nasıl bir yapı olduklarını yazıp duruyor. Yeni yazmıyorlar, yıllardır bu konuyu anlatmaya çalışıyorlar.

Sadece Süleymancıları değil, Menzilcisinden Fethullahçısına, Nurcusundan bilmem nesine kadar bütün bu yapıların sivil oluşumlar olmadığını defalarca, her türlü kanıtıyla gösteriyorlardı zaten.

Dinci tarikatların hiç de öyle ‘sivil toplum’ alanının, yerel, otantik, tarihsel kurumları olmadıklarını Demokrat Parti iktidarıyla birlikte devletin yönetici aygıtının içine nasıl girdiklerini, 50’li yıllardan bu yana devlet aygıtının her hücresinin el birliğiyle tarikatların önünü açtığını; onlara bina, arazi tahsis ederek, tarikat üyelerini bürokrasinin her kademesine liyakatine bakmadan yerleştirerek, belediyelerin olanaklarını peşkeş çekerek bizatihi devletin politikasının belirleyicisi yaptıklarını söyleyenlere darbeci, sahte solcu, halka güvenmeyen, cuntacı, askeri vesayetçi diye saydıranların sesleri hep gür çıkarılıyordu.

Zaman içinde o borazanlardan Hilal Kaplan ve eşi Boğaz’daki yalıyı çalışma ofisi yaptılar. “Deniz Gezmiş Kemalistti öyleyse askeri cuntacıydı” diyen Rasim Ozan ve Nagehan Alçı çifti Çengelköy’ün en lüks sitesi Sultan Makamı’ndan Bank Asya kredisiyle 7 milyon dolara ev aldılar. Olan Altan kardeşlere oluverdi.

Cumhuriyet’in öğretmeninin mahallenin imamına yenildiğini iddia edenler, Aladağ’da yanan binanın alevleri yüzüne yansırken, “Benim çocuğum kayıp, burası Süleymancıların yurdu, devletin yurdunu yıktılar, çocukları buraya yerleştirdiler” diyerek çaresizce bekleyen babayı seyretmişler midir acaba? Ertesi günlerde dağ köylerindeki yoksul insanların nasıl devlet eliyle Süleymancıların kucağına itildikleri, yol dâhil hiçbir kamu hizmeti verilmediğinden çocuklarını okutabilmek için nasıl tarikatın karanlık yurtlarına mahkûm edildikleri bir bir ortaya çıkınca ne hissetmişlerdir? Utanç? Hiç sanmıyorum. Suçluluk? Mümkün değil. Her iki duygu için de asgari bir ahlak ve vicdan gerekir.

Son derece soğukkanlı bir şekilde bu ‘kazanın’ nasıl örtbas edilebileceği üzerine kafa yormuş olabilirler. En iyi niyetle yerel yurt yöneticilerinin basiretsizliğine kızıp, onların beceriksizliği yüzünden iktidarın yara alma riskine canları sıkılmıştır; Boğaz’a karşı…

Unutmayalım, affetmeyelim!