Öğretmenler az buçuk sahip oldukları mesleki özerkliklerini bu iktidar döneminde yitirdi. Öğretim programlarını uygulama, konu ve konuya göre ders işleme yöntemlerini belirleme, ders ve yardımcı materyallerin seçimindeki kısmi özerkliği öğretmenin tek motivasyon kaynağıydı. Müdahil olduğu oranda mesleğini icra edebildiği bu alanlarda, öğretmenin söz hakkı yok artık. Öğretmen, işlediği dersleri değerlendirme yetkisi elinden alınmış, merkezi sınavlarla test edilen öğrencisine sadece sınav gözetmenliği yapabiliyor.

Öğretmenin eğitim içeriklerinin oluşturma süreçlerinden uzak tutulması mesleki otoritesini sarsar, öğrencisi ve velisi ile kurduğu eğitimsel ilişkiyi koparır. Mesleki rolünü icra edemeyen öğretmen okul içindeki etkinliğini de yitirir; okul yönetiminden başlayarak üzerindeki bir dizi hiyerarşik karar organlarını etkilemesi artık söz konusu değildir.

Öğretmeni bu noktaya getirirken kullanılan en çarpıcı araç öğretmen kılavuz kitapları oldu. Öğrenci merkezlilik adı altında öğretmenin rolünü sınırlayan müfredatlar devreye sokulurken ders kitaplarının yanında birer öğretmen kılavuz kitabı verildi. Öğretmen kılavuz kitapları, öğretmenin derse girdiği andan itibaren ders boyunce hangi dakigada neyi nasıl yapması gerektiğini telkin ediyordu. Böylece öğretmene ‘müfredatı uygulamak için artık mesleki eğitim almış olmak gerekmiyor’ denmiş oldu.

Öyle ki öğretmenin sınıf kitaplığında, müdürün okul kütüphanesinde bulundurması gereken kitaplar bile Bakanlık merkezinden 100 Temel Eser adıyla belirlenmişti. Eğitimin içeriği ile ilgili tüm unsurlar merkezden belirlenirken inşa edilen sisteme uyum sağlamakta sorun yaşayan, merkezileşmenin tehlikesini farkedip talimatla hareket etmeyi reddeden meslek kültürüne sahip çıkacak öğretmenin, Performans Yönetim Sistemiyle denetlenmesi yoluna gidildi. Sistem uygulanmaya başlandığından beri öğretmen, öğrencisi, velisi, branşındaki diğer öğretmenler, okul müdür yardımcısı, müdür, ilçe ve il müdürlüklerinin yöneticileri tarafından değerlendiriliyor.

OECD’nin “Tek Bakışta Eğitim 2016” raporunun bir kez daha dikkatimize sunduğu eğitimdeki başarısızlığı tartışırken öğretmen faktörünü ilk sıralara yerleştirenler oldu. Bana göre eğitimdeki başarısızlıktan en az sorumlu tutulacak kesim öğretmenlerdir. Eğitimdeki başarısızlığın öğretmen boyutuyla ilgili kısmı da öğretmenliği bir meslek olmaktan çıkaran; öğretmenliği, talimata uyduğu sürece herkesin yapabileceği iş gibi gören AKP hükümetlerine ve bu partinin eğitimi ele alış biçimine aittir.

Bu süreçte öğretmen ancak mesleğine yönelik saldırılar karşısında sessiz kalmakla eleştirilebilir. Öğretmen konulu yazılarımda, ben de bunu yapıyorum. Eleştirinin nedeni, içinde bulunduğumuz krizden çıkmamıza sunacağı katkıyı esirgemesi; toplumsal sorunların çözümünde, sosyal krizlerin aşılmasında kendisine duyulan ihtiyaç oranında katkı sunmamasından dolayıdır. Bu vesileyle bir kez daha belirtmek gerekir ki öğretmenlik, rolü çalınarak toplumla bağı kopartılacak bir meslek değil.

Türkiye çok ciddi ahlaki ve etik kriz içinde; iktisadi düşünme, maddi olmayan bu krizi sorun olarak görmemizi engelliediği gibi ilkesiz, ikiyüzlü, yalancı, hasit velhasılı insana dair tüm olumsuz niteliklerin meziyet kabul edilip sonraki nesillere aktarılmasını teşvik ediyor. Bence öğretmenler, bu gidişe bir el atmalı; yeniden, tarihte bilinen ilk öğretmenler gibi erdemini kaybetmiş şu topluma sevgi, kardeşlik, adalet, eşitlik duygusu kazandırmaya odaklanmalıdır.