Yaklaşık bir yıl önce atanan AKP iktidarının 8. Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, yıllardır beklenen Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu Şubat başında çıkarılmasını sağladı.

Öğretmenlerin atanmasını, yükselmelerini ve meslek ya da kariyer basamaklarını düzenleyen, şu sırada meslek içi eğitimi uygulamaya konulan Yasa ile meslek, adaylık, öğretmenlik, uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik olmak üzere dört basamağa ayrılıyor; uygun deyimle, dilimleniyor. Sendikalarıyla ve dernekleriyle aşırı parçalanmış olan bu güzel meslek, içinde kapanmaz uçurumlar açılarak daha da bölünüyor.

Bu köşede çok kez dile getirildiği ve yalnızca bu hafta içinde YÖK ve ÖSYM düzeyinde görülen çürümüşlüğün bir kez daha kanıtladığı gibi, ülke eğitimi, o kadar dökülüyor ki anlatmaya sözcükler yetmez. Yine de, yıllarca bir büyük sevgiyle yaptığım mesleğime olan bağlılığım nedeniyle bu satırları yazıyorum.

GİRİŞ ZORLAŞTIRILIYOR

Öğretmenliğe, yalnızca aday olabilmek için şu koşulların tamamının sağlanması gerekiyor: 1.Yönetmelikte belirtilmiş olan yükse öğretim kurumlarından birini bitirmiş olmak; 2.657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48. Maddesinde belirtilmiş olan özelliklere sahip olmak; 3. Hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmış olmak ve 4.Milli Eğitim Bakanlığı veya ÖSYM Başkanlığı tarafından yapılacak sınavlarda başarılı olmak.

Bu sayılan koşulların yerine getirilmiş olması da, neden ve nasılsa, öğretmen sayılmaya yetmiyor; yalnızca “öğretmen adayı” olmaya yetiyor. Adayın, en az bir, en çok iki yıl içinde uygulanacak Yetiştirme Programını başarı ile tamamlaması gerekiyor. Sonra da aday, Adaylık Değerlendirme Komisyonu (ADK) tarafından yapılacak sözlü sınavda başarılı bulunursa, öğretmen olacaktır.

AYIRIMCILIK DERİNLEŞTİRİLİYOR

Komisyon kararıyla öğretmen olduktan sonra, belirli koşulları yerine getiren öğretmen, yükselmek için onar yıl ara ile iki kez sınava girme hakkı kazanıyor.

Birincisinde, öğretmen, adaylıkta geçen süre ile birlikte toplam 10 yıl çalıştıktan sonra uzman öğretmen olabiliyor. Bunun için 180 saatten az olmamak üzere Uzman Öğretmenlik Eğitim Programını tamamlaması ve basamak ya da kademe durdurulması cezası almamış olmasının yanı sıra, “uzman öğretmen” unvanı için yapılacak yazılı sınava başvurmaya hak kazanıyor.

Burada onarılmaz bir çelişki var, çünkü, öğretmen olan kişi, aldığı eğitim ve kazandığı sınavlarla kanıtlandığı gibi, tanımı gereği uzmandır.

Sonra, ikinci on yıl başlıyor. Uzman öğretmen, en az on yıl çalıştıktan ve bu süreçte belli koşulları yerine getirdikten sonra 240 saat sanal eğitim alıyor ve başöğretmen unvanı için yapılan yazılı sınava girmeye hak kazanıyor.

Her iki durumda da yazılı sınavlarda en az 70 puan almak gerekiyor.

Sonuçta, uzman öğretmene eğitim öğretim tazminatının yüzde 60’ı, başöğretmene de eğitim öğretim tazminatının yüzde 120 kadar ek ödeme yapılıyor. Maaşların yerlerde süründüğü bir ortamda, parasal getiri yükselmenin itici gücü yapılıyor.

Böylelikle tutku temelindeki meslek ülküsü; dostluk ve dayanışma, öğretmenin kişiliğiyle örnek olması, özveri ile uğraş verme ve karşılıksız yarar sağlama gibi öğretmenlik değerleri tümüyle unutuluyor.

Bakanlığın, tarikat ve cemaat yapıları tarafından nasıl parsellendiği ve üzerindeki Diyanet İşleri Başkanlığının güçlü eli dikkate alınırsa, gerek adaylıktan başlayan sınavların, gerekse verilecek eğitimlerin ve sonunda elde edilecek sonuçların, öğretmenin başının üstünde Demokles’in kılıcı gibi istendiğinde kullanılacağını ve çok olumsuz sonuçları olabileceğini kestirmek hiç de güç değil.

YOLDAN ÇIKINCA

Bilinen bir gerçektir ki, eğitim, çocuğun ve gencin artı onların ailelerinin ve tümüyle toplumun her türlü gelişmelerinin temelidir. Öğretmen de gelişmenin mimarıdır. Bu çerçevede Cumhuriyet’in parasız-yatılı uygulamasının verdiği çok başarılı sonuçlar; Köy Enstitüleri’nin imece yoluyla ya da birlikte çalışmaya, dayanışmaya, üretime dayalı kırsal kalkınma anlayışıyla öğretmenin niteliksel gelişimine verilen büyük önem ve yine o yıllarda her alanda bilimselliğe, özellikle de eğitimin bilimselliğine verilen büyük değer önemle anımsanmalıdır.

İzleyen on yıllarda, bilimsellikten uzaklaştırılarak uygun deyimiyle yoldan çıkarılan eğitimin, AKP döneminde iyice çivisi çıktı. Yeterliliğin ya da liyakatin hiçe sayıldığı ve hemen her sınavı soru hırsızlığına konu olan bir ortam var. Sayısal verilerin de kanıtladığı gibi, bugün eğitim, tümüyle niteliksel bir çöküntü içindedir. Mesleğin bir bütün olarak saygınlığını ve niteliğini geliştirmesi gereken Öğretmenlik Meslek Kanunu, bunu yapmıyor, tersine bu genel çöküşü daha da derinleştiriyor.

Büyük yanlış, yıllardır birlik ve dayanışmadan uzaklaştırılmış olan öğretmenlik mesleğini kendi içinde bu ölçüde biri birinden kopuk bölümlere ayırmak; daha da parçalamaktır.