Devlete dair birçok konuda birtakım kıyaslamalar açıklanır. Amaç, insanın o mekanizma içinde yaşam kalitesinin, özgürlüğünün, demokratik kurulları içinde kendini ifade edebilecek koşulların olup olmamasıyla ilgilidir. Bir değer ortaya koyulur ve bu değer çerçevesinde ülke için ve yönetim mekanizmaları hakkında algı oluşur.

Gelişmişlik değeri, yönetim mekanizmaların aldığı karar çerçevesindeki tüm kararlar ve uygulamaların kimin için olduğu üzerine sorun karşılığı olarak anlam kazanır.

Avrupa ile diğer gelişmemiş veya gelişmekte olan diye tabir edilen ve her şeyi tartışmaya açık ülkeler arasındaki temel fark burada belirginleşiyor.

Mekanizmaların tamamı insan için mi çalışıyor? Yoksa devlet için mi çalışıyor?

Bu sorunun karşılığında, ülkelerin ve insanların hangi kategoriye girdiği, birtakım başlıklardan oluşan endeksler içerisinde sayısal değeri olarak sıralamaya tabi oluyor.

İlk bakıldığında, bir sayının kategori için belirleyici olması belki çok anlam içermiyor diye düşünülebilinir. Ama, gel gör ki, bu sayıların alandaki karşılığında yaşamla ilgili gerçekler maalesef karşımıza doğru değer olarak çıkmaktadır.

Avrupa ülkelerindeki yönetim mekanizmalarının tüm uygulamaları insan odaklıdır. Refah düzeyinin artması bu olanaklarının bir bedel ödenerek kazanılmasının karşılığıdır. Reform ve Rönesans dönemlerindeki bedeller bu tez için önemli bir referans niteliğindedir.

Entelektüel olarak gelişmiş değerlerin içeriği, tüm sosyal ve sınıfsal çelişkileri yaşamakla gerçek yerini bulmuştur. Bu aynı zamanda bir kültürel ve ahlaki devrimdi.

İşte Çorlu’daki tren kazasını bu değerlendirmelerle yorumlamak gerektiğini düşünüyorum.

İzmit Körfezi’ndeki köprü inşaatındaki halatın kopması sonucu intihar eden Japon mühendis Kishi Ryoichi dışında, bu ülkede insan ölümlerinden kendini sorumlu tutacak bir makam veya insan bulabilir miyiz?

Ve buradan Oğuz Arda Sel’e gelmek istiyorum.

9 yaşındaydı, tüm geleceğini detaylandırdığı hayalleri ile beraber ve babasıyla birlikte vefat etti.

Tüm ölenleri detaylandırdığımızda, içerik olarak ortaya çıkacak yaşam talepleri ve bunun üzerine verdikleri mücadele ile ilgili hikâyeler fazlasıyla kıymetli olduğundan şüphem yoktur. İnsan hikâyelerin toplamıdır.

En ucuz şeyin insan hayatı olduğu bizim ülkede, devlet koruması altındaki insanların, yaşam kalite endeksi üzerindeki sıralamanın bizim ülke için rakamsal büyüklüğü ile ilgisi olduğunu unutmayalım. Ayrıntılar içinde gerçekler saklıdır.

Vatandaşlarının yaşam kalitesini artırmaktan ziyade, bir aracı kuruluş olan devletin kutsandığı bir ülkede kolay ölmek her zaman mümkündür.

Oğuz Arda, Barcelona’da futbol oynamak isteği üzerine kendine hikâye yazan çok değerli bir sporcuydu.

Hedeflerinin kalitesi bu ülkeyi aşmıştı. Beklentilerinin karşılığını bu ülkede bulmanın anlamsızlığını 9 yaşında kavrayarak, bazılarımız için ütopya diye adlandıracağımız, ama bana göre gerçek hedef olan Barselona’da oynamak idealine saygı duymamak elde değil.

İletişimin bu kadar gelişmiş olması, 9 yaşındaki bir çocuğun kıyaslayabilecek hedefler üzerinden küresel değer olarak kendine yer bulmaya çalışması, onun var olanların ne kadar üzerinde bir konuma sahip olduğunu gösterir.
Çözümü insan odaklı ülkelerde aramak, ödenebilecek bedeller karşılığındaki kazanılacak saygının içeriğini değer olarak görmenin hiçbir sakıncası yoktur.

Oğuz Arda bu hedefleri çerçevesinde saygınlığı kazanmış bir bireydi.

Yetenek gelişimi, ancak özgür ve liyakat esaslı demokratik toplumlarda ve devletin aracı kuruluş olarak algılanan ülkelerde mümkün olur. Özgürlüğün gelişmişliği, yeteneklerin ve her alanda yapılan çalışmaların ortaya çıkardığı yeni düşüncelerin ve buluşların, dünyada ve ülkelerde bir değer olarak insana hizmet etmesini sağlar.

Devletin temel görevi insanlara bu olanakları sunacak ortamları sağlamaktır. Yoksa, insanların devletin bekası gibi bir kavram kargaşası içinde tek tipleştirilerek, mutlu azınlığa hizmet paradoksu içerisinde üretim ve imalattan alıkonulması hem insan eksenli hem de ekonomik ve sosyal anlamda yıkımlara neden olur.

Devlet odaklı bir ülkede tren rayı döşemek, insan odaklı bir ülke içinde hayalleri ve idealleri olan gencecik bir çocuğun ölümüne neden oldu.

Ve 9 yaşında tüm hikâyesi elinden alındı.