“Oğuz Atay'a göz ucuyla bile dokunanı yakarlar, çünkü o bizim edebiyat alemimizin Fethullah Hocası, bizim cemaatin şeyhi”

 
“Oğuz Atay'a göz ucuyla bile dokunanı yakarlar, çünkü o bizim edebiyat alemimizin Fethullah Hocası, bizim cemaatin şeyhi,” diyenlere “yok canım o kadar da değil” diye cevap vermiştik. Yanılmışız.

 Öyleymiş, dokunanı yakıyorlarmış.

 Son Şavkar Altınel v. Oğuz Atay olayı yukarıdaki uyarının ne kadar yerinde olduğunu hepimize gösterdi. Hatırlanacak olursa, Şavkar Altınel, Oğuz Atay'la ilgili bir soruşturmaya kısa kısa cevap veren yazarlar arasında eleştirel bir görüş dile getirmeye cesaret eden tek kişi olmuştu. Ve bunun gerçekten cesaret gerektirdiği çok kısa sürede ispatlandı. Altınel'e edilmeyen hakaret, yapılmayan hücum kalmadı. Oğuz Atay'a gözünün üzerinde kaşı vardı demenin öyle büyük bir tabu yıkıcılık değeri varmış ki gerçekten, gazetelerin kültür sanat sayfalarında haber yapıldı: “Flaş Flaş Flaş! Şavkar Altınel nam bir şair yüce Oğuz Atay'a dil uzattı! Bu akıl almaz olay geçtiğimiz hafta memleket sınırları dahilinde yaşandı!...(Her ne kadar Altınel'in İngiliz casusu, kıskanç bir erkek ve edepsiz olduğu şüphelerle sabitse de)...”

 Birisinin açıktan Oğuz Atay'ı beğenmediğini ilan etmesi gazeteler için haber değeri taşıyan bir gelişme! Bir şeriat devletinde bir din alemi sanki ateist olduğunu ilan etmiş. Öyle bir tantana.

 Doğrusu, utanç verici bir edebiyat alemi. Neresinden bakarsanız.

 Konu bizim gündemimize de şöyle gelmişti: Sıcak Nal'ın 7. sayısını hazırlarken bir yazarımız Oğuz Atay'ın yeni bir şey getirdiği iddiasının kofluğunu titizlikle işleyen bir metne kalkıştı. Metin kendi içinde sağlam gidiyordu, orada sorun yoktu. Ama yazının ardından başına gelecekleri düşününce bu kadar sosyal baskıyla şu sıralar uğraşmak istemediğine karar vererek vazgeçti yarıda...

 Biz bu vazgeçişten kısaca 7. sayımızda söz ettik. Ama genel hava arkadaşın biraz abarttığı yönündeydi.  Abartmıyormuş!

 Düşüncelerini yazması konusundaki ısrarlarımıza karşın (ki özellikle aynı ezbere gerçeklikle tek tip Türk edebiyatı eğitiminden geçen genç yazarlar açısından önemli görmüştük bu çalışmayı fiiliyata dökmesini) yazısını tam anlamıyla kaleme almayan yazarımız (hedef göstermemek adına ismini vermiyorum, artık siz düşünün durumu) Sıcak Nal'ın 8. sayısında yayımlanan deneysel edebiyat üzerine başka bir yazısında geçerken Atay'dan bahsetmekle yetindi ve tek bir cümle yazdı bu konuda:

 “Hûlasa, sözgelimi, Alberto Savinio’nun neden “naif bir dilettante” sayılamayacak kadar özgün olduğu, Oğuz Atay’ın niye “gerçekçi bir naif” bile sayılamayacak kadar sıradan bir taklit olduğu sorusuyla aynı Spengler çemberinde kapanıyor.”

 Bu geçerken edilmiş cümle yüzünden bile Oğuz Atay'a hakaret yarışmasında başa oynamaya çalışmakla suçlanabildi. Tam bir yazı yazsa ne olurduyu artık merak etmiyorum. Gördük.

 Bu anormal durum bize Oğuz Atay hakkında hiçbir şey söylemiyor. Atay savunganları, Üçüncü Kuşak Atay Keşfedicileri önceki kuşaklardan çok daha asabiler. Ülkesini hiç görmemiş milliyetçi diaspora kuşakları gibiler. Oğuz Atay ilk yayımlandığında veya Birinci Keşif Kuşağı tarafından keşfedildiğinde henüz Türkçeye çevrilmemiş bunca çeviriye rağmen hem de.

 Daha önce Cem Akaş da Oğuz 'ben-buradayım-sevgili-okurum-sen-neredesin' Atay'ın bu şekilde anılıp durmasının saçmalığına değinmişti. Atay kadar bol okuru olan kim var bugün o kuşaktan?

 Ama hala Atay sevmek hem tek tek her bir bireye kadri bilinmemiş bir yazarı keşfeden incelikli okur duygusu veriyor, hem de modern Türkçe edebiyatın modern dokunulmazına tapınma, onun kitaplarından oluşan ibadethaneyi koruma, gökyüzünden bizi izleyen yüce Atay'a saygısızlık etmeme gibi değerler etrafında cemaatsel bir birlik duygusu sunuyor. Artık bir zamanların gölgede kalmış yazarı Atay yok, Atay'ın gölgesinden çıkmanın yasak olduğu bir edebiyat iklimi var. Devran fena dönmüş. 

 Dediğim gibi, bütün bu Atay'a laf ettirmeyiz sululukları Atay hakkında bize bir şey söylemiyor. Dahası, Atay hakkında bir şey söylenmesini genel olarak imkansıza sürüklüyor. Ama bize bizim hakkımızda bir şeyler söylüyor.

 Biz edebiyatı böyle algılıyoruz. Yazarları böyle konumlandırıyoruz. Eleştiriye yaklaşımımız bu. Dokunulmaz ilan ettiklerimize inanmamaya cesaret eden olursa linç ediyoruz.

 Tamam, madem öyle adını koyalım. Kendimizden bahsederken Türk Edebiyatı veya Türkiye Edebiyatı gibi ifadeler kullanmayı askıya alalım. Onun yerine, Çılgın Türkler Edebiyat Kilisesi diyelim!

 Çılgın Türkler Edebiyat Kilisesi tek boynuzlu görünmez ve pembe bir Oğuz Atay'a inanıyor olsun!

 Ve Tutunamayanlar kimliğini gösteren herkesin girebildiği Çılgın Türkler Edebiyat Kilisesi'nin vaat ettiği cennette topluca demirhindi şerbeti içilerek yarı beline kadar toprağa gömülmüş Atay-ateistleri taşlanıyor!