Oğuz’u tanımamışsın şen çocuk

Bir ara yazmıştım, “biz 12 Eylül’de hem işkenceden hem de gülmekten ölmüştük” diye. “Ölüm” olgusunu “çok gülmenin” ifadesi olarak kullanmanın tuhaflığının tabii ki farkındaydım, birçok insan gibi. Ama gerçekten o işkence, o zulüm, o kapkaranlık günlerde biz, inanılsın isterim, gülüyorduk da. Hem de katıla katıla. Askerlere gülüyorduk, işkencecilerimize gülüyorduk, iddianamemizi okuyan savcıya gülüyorduk. Çünkü akıllı insanlar değildi bizi güldürenler. Duvardaki kara kalemle çizilmiş Yunus Emre resmini evini bastıkları devrimcinin büyükbabası sananlar, V.I. Lenin’i “altıncı Lenin” diye okuyanlar, Enver Hoca’yı soyadından ötürü “örgüt lideri” lise hocası sanıp nerede olduğunu soranlardı güldüklerimiz.

Acılıydı kuşkusuz bizim dönem, ama güldük gerçekten de bir hayli. Elbette bunların da bir kaydı kuydu olacaktı, ileride nelere güldüğümüzün bilinmesini istiyorduk çünkü. Oğuz Güven oturdu, üşenmedi, yaşadıklarının yanına duyduklarını da ekleyerek, harika bir kitap çıkardı ortaya: Zordur Zorda Gülmek.

Fıkra gibi ne yaşanmışlık örnekleri var bu kitapta, okumanızı isterdim doğrusu. Oğuz bunu tarihe not olsun diye düşmüştür belki ama benim üzerimde terapi etkisi de yapmıştı. Gayri ciddi bulanlara bakmayın, işi mizaha, espriye vurmanın geliştirici, kişiyi daha güçlendirici bir yanı var.

Yazar Terence Des Pres, “Soykırım gibi son derece alçakça bir şeyde bile, espriler ve esprili bir yaklaşımın iyileştirici olabileceğini,” söyler örneğin. Emmanuel Ringelbaum da “Varşova Gettosu’ndan Notlar” adlı kitabında, toplama kampındaki Yahudilerin, birbirlerine fıkralar anlatarak akli dengelerini koruduklarından söz eder. Barry Sanders’in “Kahkahanın Tarihi”nde daha fazla bilgi bulabilirsiniz bu konuda.

Espri, mizah mağdurların elinde, kendi gerçekleriyle (acı da olsa) dalga geçme aracına da dönüşebilir. Diktatörlerin, güç sahiplerinin şiddetine aldırmadan kendi acısını mizaha döken nice insan var. Sanders’in adını andığı Leslie Epstein bunlardan biriydi. “Yahudiler Kralı” adlı mizahi kitabında Soykırım’ladalga” geçerek Nazilerlekafa” bulmuştu.

Yani Oğuz Güven, kendi kuşağının acılarından mizah çıkaran adamdır. O nedenle katılaşmış bir vicdanı, ölümlere sevinecek, “oh olsun” diyecek bir yüreği yoktur. Kuşkulu bir trafik kazasında yaşamını yitiren savcıyla ilgili haberi veriş biçimini bahane ederek “bu hayvanı gazeteden atın” diyen o densiz muhbir bir zamanlar başına gelenlere itiraz edenlerin arasında bulunan Oğuz’un nasıl biri olduğunu bilmiyor elbette.

Bir dönemin “mağduru” o densiz, kendisine o mağduriyeti yaşatanlardan biri olan iktidarın tetikçilerinin ağzını kullanarak (ola ki eleştiriyi hak eden) bir haber yüzünden her nasılsa aynı mesleği yaptığı birini, çalıştığı kurumun yüksek katına ihbar edebilecek kadar düşebildi. Kafasında yarattığı hezeyanlarla herkese ilişkin “niyet okumaları” yapabiliyor belli ki. Oğuz Güven’in “o haber” yüzünden gözaltına alınması için oluşturulan havaya bu densiz de o mesajıyla katkıda bulunmuştur. Bu kadar basit.

Ne kadar kolay birini işinden etmek, “onu kov” diye böğürmek. 12 Eylül sonrasının Özal döneminin “gazeteci” tipleri bu ağızları kullanırdı. AKP iktidarında, sırtını bir yerlere dayayıp sallayanlar daha da çoğaldı. Oğuz Güven’i kovdurmak isteyen densiz, FETÖ ile mücadelesinde (!) kabul etsin ya da etmesin “iktidar” destekli biridir. Oysa ona bir zamanlar destek veren Oğuz Güven gibiler Fethullahına da AKP’sine de karşı çıkarak savundular bu densizi. Bir fikir disiplini, terbiyesi olmayınca kişinin yalpalaması doğal. Hayatta bir iki prensibi olmalı kişinin. Bunlardan biri, ne tür bir mücadele veriyorsan, güçlünün, muktedirin yöntemlerini benimsememek olmalı.

Böyle bir tarzları var artık. Meydan da medya da bunların. Bir zamanlar yaşadıkları “mağduriyet”in rantını böyle yiyorlar işte. Bir kere mağdur olmak, her türlü densizlikte haklı kılıyor sanki bunları.

Devrandır bu bir gün döner. Oğuz, bakarsınız yeni bir “mizah” kitabı daha yazar. Zorda gülmenin zor olduğunu biliyor nasılsa.

İhbarcıların kitabını yazan birileri de çıkar elbette.