Çeşitli topluluklarda görev almışsa da, oyuncu olarak tanınmışlığını(ününü) TRT’deki “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” dizisiyle (1973) yapan, sonra bir aralar tiyatroya biraz küs gibi duran Mehmet Keskinoğlu ile, seslendirme’de karşılaşıyorduk, benim de arada gittiğim. Söz sözü açarken konu bir gün “Örümcek Kadının Öpücüğü”ne geldi. “Çok oynamak isterim seninle birlikte ama Macit yapmalı rejiyi!” dedi. O sıralar Macit Koper, İstanbul Şehir Tiyatroları’ndaydı ve kurumun gözbebeklerindendi… Dışarıda, özel tiyatroda çalışması zordu. Neyse ki uzun uğraşılar sonucu istenen izin sağlandı. Diğer sorun da ödenecek telif ile ilgiliydi. Yazarın hakları kimdeydi? Arandı tarandı, sorumlu kişi bulundu, o da tamamlandı. Bıktırıcı-yorucu yan işler bitmiş, oyunun sanatsal evresine gelinmişti; metin üzerinde çalışmalar, dönem üzerine okumalar-yorumlamalar ve sahneye adım atana dek Babenco’nun filminin kez be kez izlenmesi...

Islahevine düşen ergenlik çağındaki çocuğun Sao Paulo kentinin sokaklarında suç olgusu, uyuşturucular ve çocuk fahişelerle yaşananları gerçek yaşamdan kesitler biçiminde yansıttığı “Pixote”(1981) ile hayranı olduğum Hector Babenco’nun, Manuel Puig’in yapıtından yönettiği 1985 yapımı “Örümcek Kadının Öpücüğü” filmi, 1970’li yıllarda askeri buyurganlık (diktatörlük) döneminde Brezilya’da bir hapishanede başlar. Hücrede yalnızca iki tutuklu vardır. Bunlardan birisi arkadaşlarını ele vermemiş, sürekli işkence gören solcu gazeteci Valentin (Raul Julia)’dir (benim oynadığım). Diğeriyse eşcinsel olan Molina (William Hurt)’dır (Mehmet’in oynadığı). Siyasetle ilgilenmeyen Molina, sürekli, izlemiş olduğu Alman işgal yıllarında Paris’te geçen bir Nazi propaganda filmini anlatır. Fransız şarkıcı kadın Leni, Alman komutana yardım etmektedir. Molina filmi anlatırken kendisini Leni ile özdeşleştirmektedir… İlerleyen dakikalarda, erken salıverilmesi karşılığı Molina’nın hapishane yönetimiyle işbirliği yaptığı anlaşılır. Onu, konuşturamadıkları Valentin’den bilgi sızdırması için kullanmak istemişlerdir. Aşırı kalabalık cezaevinin bu hücresinde neden yalnızca iki tutuklunun kaldığı anlaşılmıştır. Molina kendisine verilen yiyecek ve içecekleri annesinden gelmiş gibi göstererek, Valentin’le paylaşır, giderek onun güvenini kazanır… Ve sonunda Valentin dışarıdaki bağlantısının telefon numarasını Molina’ya söyler. Molina şartlı tahliye edilir ama numarayı müdüre vermez. Bir şey değişmeyecektir, çünkü ona inanmayan gizli polis onu dışarıda adım adım izleyecektir. Molina numarayı arar, Valentin’in kız arkadaşıyla buluşacaktır. Ancak taksinin içerisinde buluşma yerine gelen kız, polisleri görünce Molina’yı öldürür. Valentin de cezaevinde gördüğü ağır işkence sonucunda ölür…

Yıl 1992. “Örümcek Kadının Öpücüğü” gösterimlerinden birinde, birkaç kişinin bizle görüşmek istediği haberi geldi oyun sonrası. Macit soyunma odasındaydı Mehmet’le birlikte. Yukarıya seslendim: “Macit aşağıya lütfen, gezinekte bekleyenler var!” Öyle ya, Bizim Tiyatro’nun sahibi de olsam, oyunun yönetmeni olarak konuşacak kişi en başta oydu. Gelen giden olmayınca çok bekletmemek için ben çıktım karşılarına. “Hoş geldiniz!” dedim. “Biz sendikanın yöneticileriyiz...” dediler. “Bu oyuna topluca gelecektik, bayağı kalabalık…” “Onur verirsiniz,” dedim, “kimler için üretiyoruz ki!?” “Biz de sizleri solcu bilirdik,” dedi içlerinden biri. “Evet, sanatçıyız,” dedim, “duruşumuz da belli.” “Yok, siz pek bir yerlerde duramamışsınız!” dedi. “Bağışlayın da, pek anlayamadım ne demek istediğinizi?” “Kardeşim bu zamanda, oha yani…” dedi. “Ohal mi? Oyunun geçtiği dönemde sıkıyönetim var, evet…” “Anlamadın. Ohal falan demiyorum!” dedi. “Ne soruyorsunuz peki?” “Size sorumuz kalmadı. Bir devrimci, bir eşcinselle nasıl olur ha? Oha!…” Şaşırtıcıydı, bu denli oyunu kavrayamamaları, değerlendirememeleri. Sonra birkaç sözcük daha eklediler ve Puig, Babenco, Mehmet, Macit, Zafer ve diğer emek veren insanları faşist ilan eyleyerek, kendileri en bi solcu çekip gittiler.

Hiç unutmam o Ohal’i, o Oha’yı…