Nuriye Gülmen ve Semih Özakça İnsan Hakları Anıtı'na böylece eskimiş anlamını yeniden kazandırdı. Şimdi onlar haftalardır cezaevindelerken ve anıt ablukaya alınmışken, yeniden bir başınalaşmamız, yaşam hakkımızı, çalışma hakkımızı, muhalefet etme, direnme hakkımızı unutmamız, suçlanmamız, kabullenmemiz çok olası

Ohal’de adalet

Pelin Buzluk

Ankara Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı haftalardır abluka altında. Veli Saçılık mealen diyordu ki: “Polis, bizim söylemek istediğimizi anıtı abluka altına alarak söylüyor. Bizim dile getirdiğimizi, bu ülkede insan haklarının abluka altında olduğunu polis, anıtı çevreleyerek söylüyor zaten.”

İhraç edileli bir buçuk ay oldu. Son birkaç haftadır yaşadığım şoku atlattım ya da hafiflettim, iş aramaya başladım. KHK ile ihraç edildiğinizde ne iş olsa yaparım, diyemiyorsunuz. İş ne olursa olsun devletin fişlemesi peşinizi bırakmadığından kabul edilmiyorsunuz, KHK söz konusu olunca geri çevriliyorsunuz. Bizleri istihdam etmek elbette yasak değil ama işverenlerin işe başlatma girişimlerinde sosyal güvence işlemleri yapılırken telefonla aranıyorlar, emin olup olmadıkları soruluyor. Bu aşamada işverenler genellikle vazgeçiyorlar. Böylece numaranızla gittiğiniz her yerde sakıncalı bir bireye dönüştürülüyorsunuz. Sıradan bir işten çıkarma değil bu, işsizleştirme, itibarsızlaştırma, değersizleştirme, yaşam alanını daraltma... Bu kadar büyük bir cezaya maruz kaldığınızda iş ararken, evde oturup düşüncelere dalarken, her zaman hayalini kurduğumuz boş vakitleri ele geçirdiğimiz halde okuyamazken, yazamazken, öfke nöbetleriyle boğuşurken, birden yenik ve yorgun hissederken ister istemez kendinize bir suç arar hale gelebilirsiniz. Kaldı ki iş aramanın kendisi bile bir süre sonra uğradığımız hukuksuzluğu kabul ettiğimiz anlamına gelebiliyor. Kalkıp Yüksel’e gittiğimde, başka insanların gözlerine bakıp ellerini sıktığımda, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça orada değilse nöbeti devralmış insanlarla yalnızca bakışıp, birbirimize gülümsemekle bile yeniden ayırdına vardığımız bir gerçek vardı: Hiçbir suç işlemedik, çalmadık, öldürmedik, kandırılmadık, barıştan yana, yaşamdan yana olduk. Temel hak ve özgürlüklerden istifade etmek dışında bir girişimimiz olmadı.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça İnsan Hakları Anıtı'na böylece eskimiş anlamını yeniden kazandırdı. Şimdi onlar haftalardır cezaevindelerken ve anıt ablukaya alınmışken, yeniden bir başınalaşmamız, yaşam hakkımızı, çalışma hakkımızı, muhalefet etme, direnme hakkımızı unutmamız, suçlanmamız, kabullenmemiz çok olası. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça kendi direniş biçimleriyle içi boşalan sözcüklere anlamlarını geri kazandırdılar. Adalet, özgürlük, açlık, temel haklar, irade gibi kavramlara bambaşka bir yerden bakmamızı sağladılar. Anıt abluka altında da olsa, Yüksel Caddesi kapatılsa bile, bedenlerini, gençliklerini eriterek bu sözcüklere kıymetli anlamlarını yeniden veren bu iki insan bize hukuksuz şartlar altında direnmeyi en ayrıksı örneklerinden birini göstererek öğretti bir kere. Haklı olmanın, dayanışma içinde olmanın erincini yaşattı. Böylece devletin bu iki eğitimciyi kamu görevlerinden alamayacaklarını da görmüş olduk. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça hem kamu görevini hem de öğretmenliği tutukluyken bile sürdürüyorlar.

Korku gayet insani bir duygu, genellikle sahip olduklarımızın, kaybetmekten korktuklarımızın bolluğuyla artıyor. Kapitalizm bize sofradan henüz kalkmışken aç kalmaktan korkmayı öğretmiş. İktidarın bizleri açlıkla terbiye edeceğini sanması doğal. Açlıkla bize öğreten iktidar değil, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça oldu. Dayanışma ve örgütlü mücadelenin yokluğunda direnişi yeniden filizlendirmek ve yaşam hakkını savunmak için bedenlerini eritmek zorunda kaldılar.

Peki, bu büyük feda eylemini yaşamdan yana tavır alarak nasıl devralabiliriz? Açlığı yeniden öğrenmenin yanında, ayağa kalkıp devam etmek, adalet, eşitlik ve özgürlükten vazgeçmemek, bu en temel hakları kirletilmemiş anlamlarıyla akılda tutmak için hala cesaret bulmadık mı?

Herkes kendi direnme alanını yaratmak zorunda. Direnme alanları, bu büyük hapishanede giderek yaşam alanları demek. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevinde yarın 100 günü geride bıraktık. İktidar, onları Yüksel’den kopararak unutturmaya çalışıyor, vitaminlerini vermeyerek, günlük bakımlarında onlara yardım edecek insanlardan, temiz bir ortamdan, güneşten mahrum bırakarak öldürmek istiyor. Şimdiye dek sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin boş bıraktığı ya da yeterince işlek kullanamadığı mücadele alanlarını harekete geçirmemiz gerekiyor. İstanbul milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanması ile hareketlenen ana muhalefet partisi CHP’nin adalet ve demokrasi talebi, şimdilik 15 Temmuz sonrası Yenikapı’nın adalet ve demokrasi talebinden farksız görünüyor. Her kitle örgütü demokrasiyi kendine göre tanımlar, adaleti yokluğu kendine dokununca hatırlarsa iktidarın politikasının yeniden üretimiyle karşı karşıyayız demektir. CHP şimdiye dek muhalefetin alanını doldurmak ve orada hiçbir şekilde sağlam muhalif bir duruş sergilememekle bu memlekete en büyük kötülükleri yaptı. Geçmişte de, şimdi de iktidar olmayı hedeflemedi, ana muhalefeti hedefledi. Mecliste rahat ve “legal” muhalefet yürütmek, iktidara yürüyüp risk almaktan daha kolaydı. Ancak şimdi bu legal zemin CHP için de sallantıda. Nihayet bir direniş başlatmış olmalarını yine de umutla karşılamakla birlikte asıl muhatabın Ankara’da Meclis'te, hatta Saray'da olduğunu göz ardı ettikleri kanısındayım. Madem Maltepe’ye, Berberoğlu’nun tutuklu bulunduğu cezaevine yürüyorlar, eğer adaletin yoksunluğunu ve herkes için gerekli olduğunu anladılarsa bu yürüyüşün Edirne’ye Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu cezaevine kadar devam etmesi gerekiyor. Yaklaşık yedi milyon seçmenin oy verdiği bir partinin eşbaşkanının tutuklu bulunmasının ne demek olduğunu şimdilerde anladıklarını umuyorum. Yürümek dışında direnişi ve mücadeleyi yükselteceklerini, bunu kendi kemikleşmiş ana muhalefet alanları için bile yapmalarının onlara güvenen kitlelerini cesaretlendireceğini sanıyorum.

OHAL koşullarında, hukuksuzlukta direnmek daha büyük bir cesaret gerektiriyor. Acil olarak adalete ihtiyacımız var. OHAL hukuksuzluklarından en sık rastlanılanı meslekten ihraç. Buradan kalkışla sesini yükselten Nuriye Gülmen ve Semih Özakça birçok kez dile getirdikleri gibi adalete açlığımızı vurgulamak istediler. Nuriye ve Semih’in açlığına ses vermek, kendi açlığımızın sesini yükseltmekle, bu açlığın getirdiği anlamlara hakkını vermekle olabilir ancak. Üzülmekle değil, mücadelenin başka yollarını bulup yaymakla geliştirilebilir.