Sınırlardan içeriye sürekli roketlerin atıldığı, insanların öldüğü, ordunun bir kısmının hep başka ülkelerde olduğu, savaş karşıtlığının veya operasyon eleştirilerinin “vatan hainliği” olarak nitelendirildiği ve böyle bir baskının normalleştirildiği atmosferde seçmen iradesinin serbest olamayacağı, 2015 yılı Haziran ve Kasım seçimlerinde görülmüş ve deneyimlenmiştir

OHAL'de seçim olur mu? Seçimler dingin zamanların işidir

Mustafa Karadağ - Hukukçu

“… korkudan ve yoksulluktan kurtulma özgürlüğünü kullanabilen özgür insan idealinin ekonomik ve sosyal ve kültürel hakları ile birlikte kişisel ve siyasal haklarını da kullanabildiği şartların yaratılması halinde gerçekleştirilebileceğini, …Devletlerin insan haklarına ve özgürlüklerine her yerde saygı gösterilmesini sağlama ve bu haklara ve özgürlüklere uygun davranma yükümlülüğünü, …İçinde yaşadıkları topluma ve diğer bireylere karşı ödevleri bulunan bireylerin, bu sözleşmede tanınmış olan hakları ilerletme ve bu haklara uyulmasını sağlamak için çaba gösterme sorumluluğu bulunduğunun farkında olarak…”

Bu ifadeler Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin başlangıcında yer alıyor. Sözleşmenin 4. maddesi ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa’nın 15. maddelerinde yazılı olduğu gibi “Taraf Devletler, ulusun yaşamını tehdit eden olağanüstü bir durumun meydana gelmesi ve bunu resmen ilan etmeleri halinde, durumun zorunluluklarının kesinlikle gerektirdiği ölçüde, uluslararası hukuktan doğan diğer yükümlülüklerine aykırı düşmeyecek ve ırk, renk, cinsiyet, dil, din, toplumsal köken gibi sebeplerle ayrımcılık içermeyecek şekilde, bu sözleşmedeki yükümlülüklerinde azaltma yapan tedbirler alabilir. Sözleşmenin 6, 7, 8 (1 ve 2 fıkralar), 11, 15, 16 ve 18. maddelerindeki yükümlülüklerde hiçbir azaltma yapılamaz” hükmünü içermektedir.

Azaltma yapılamayacak hak ve yükümlülükler, yaşam hakkı, işkence yasağı, kölelik ve kulluk yasağı, borç nedeniyle hapis yasağı, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi, kişi olarak tanınma hakkı ile düşünce, vicdan ve din özgürlüğüdür. Ancak konumuz münhasıran bu hak ve yükümlülükler değildir.

Soru, OHAL sürecinde seçim yapılabilir mi ya da seçim yapmak doğru mudur?

Soruyu tartışmaya başlamadan önce kısaca 16 Nisan Referandumu’na değinmek ve oyların kullanılması ve sayımı sırasında yaşanan gerginlikleri hatırlamak konuyu daha iyi değerlendirmemize yardımcı olabilir.

Her ne kadar Anayasa değişikliklerinin kullanılan oyların % 51’i ile kabul edildiği açıklansa da Hayır cenahının, aslında Anayasa değişikliğine ilişkin yasanın % 54 gibi bir çoğunlukla reddedildiği iddiası var. Oyların kullanılmasına başlanılmasından sonra ama sandıkların kapanmasından hemen önce tuhaf bir şekilde (zira oyların geçerliliğine ilişkin bir sorundan haberdar değil iken) AKP temsilcisinin başvurusu üzerine mühürsüz oy pusulalarının geçerli sayılacağına dair önceki kararlarını inkâr eder nitelikte verilen YSK kararı, toplumun “seçimlerin güven içinde yapıldığı” yönündeki düşüncesini olumsuz şekilde etkilemiştir. Başka bir deyişle toplum, YSK’nin adil ve objektif davrandığına ilişkin güvenini kaybetmiştir. Oy kullanılması sırasında silahlı resimlerin, başkasının yerine oy kullanıldığı izlenimini doğuran görüntülerin paylaşılması ve bunlara hiçbir işlem yapılmayıp görmezden gelinmesi de ayrı bir travmatik durum olmuştur.

Konuya dönecek olursak, en azından mevzuat bakımından Türkiye Cumhuriyeti halen bir hukuk devletidir ve OHAL de netice itibariyle bir hukuk rejimidir. OHAL siyasi iktidarın, hükümetin ya da genel deyimiyle idarenin hukuka bağlılığını ortadan kaldırmayacağı gibi hukuka bağlılığın yargısal denetiminin yapılmasını ortadan kaldırmaz.

Demek istediğimiz, OHAL ile getirilen sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmamalı ve OHAL ilanına sebep olan olayların kapsamı dışında bir amaca matuf olarak kullanılmamalıdır. Temel hak ve özgürlükler hukuk dışı yöntemlerle ve hukuk devleti ilkesini ortadan kaldıracak şekilde sınırlandırılmamalı, ortadan kaldırılmamalıdır. Ya da sınırlamalar bu sonucu doğurmamalıdır.

Bu soyut ve genel değerlendirmeyi ete kemiğe büründürecek olursak, OHAL nedeniyle veya başka bir sebeple siyasi iktidarın izlediği dış politikayı eleştirmek yasaklanır, eleştiren soruşturma veya gözaltı ile tehdit edilirse düşünce özgürlüğü sınırlandırılmış olur. OHAL nedeniyle gösteriler, protestolar yasaklanırsa, propaganda yapma hakkı muhalefetin elinden alınmış olur. Siyasi iktidarın devlete her anlamda nüfuz ettiği, Cumhurbaşkanı’nın tüm mesajlarını Genel Başkanı olduğu siyasi partinin il kongrelerinden verdiği dikkate alındığında adil bir seçimin yapılamayacağı aşikardır.

Mahkeme kararları tanınmıyor
Siyasi iktidarın açıkça mahkeme kararlarını tanımadığını ifade etmesi, ilk derece mahkemelerine Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamayı önermesi, hatta bu yönde telkinde bulunması, mahkemenin de uymaması hukuk güvenliğinin ortadan kalktığının bir göstergesidir. Hukuk güvenliğinin ortadan kalktığı, seçimlerin güvenli yapılma koşullarının şüpheli hale geldiği bir ülkede seçim sonuçlarının doğru olarak tespit edildiği hiçbir zaman inandırıcı ve güven verici olmayacaktır.

Diğer yandan Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile seçimlerin güven içinde yapılmasını, yurttaşlarının oylarını serbest iradeleri ile kullanabilme haklarını teminini yükümlenmiştir. Yurttaşın oyunu bilinçli bir şekilde, serbest iradesiyle ve güven içinde kullanma hakkı doğru bilgilenme hakkını da kapsar. “Savaşa hayır” demenin bile şu an Afrin’e yapılan Zeytin Dalı Harekâtı’nı kınamak olarak algılandığı ve iktidar tarafından yasaklandığı bir ortamda doğru bilgilenmenin olanağı bulunmamaktadır. Bir eleştirinin suç olarak değerlendirilip soruşturulması ve cezalandırılması ihtimali esas olarak adil yargılanma hakkının da ihlalidir ve OHAL ile sınırlandırılamayacak haklar içinde sayılmamaktadır. Bu risk ise iktidar güçleri dışında kalan muhalefet hareketinin güven içinde serbestçe propaganda yapabilmesinin önündeki en büyük engeldir.

OHAL kapsamında salon toplantılarının dahi yasaklanabildiği bir ortamda propaganda yapılması olanaklı olmadığı gibi seyahat özgürlüğünün sınırlandırılmayacağının, muhalif siyasi aktörlerin yurt gezilerine engel olunmayacağının ne yazık ki bir garantisi bulunmamaktadır.

Ülke içindeki hassasiyetlerin artırıldığı bir dönemde üstüne bir de hamaset eklenerek milliyetçilik ve din gibi olguların istismar edildiği ortamlarda seçimlerde objektif akıl ve serbest irade ile oy kullanılamayacağı gerçekliği de başka bir mesele olarak önümüzde durmaktadır. Bu vesileyle söylemek gerekir ki seçimler dingin zamanların konusudur. Korkuların, endişelerin, hırsların gölgesi altında yapılan seçimlerin serbest iradeyi ortaya çıkarmayacağının, seçimlerden umulan yarar ve sonuca ulaştırmayacağının tartışılması bile abesle iştigaldir.

Seçimlerin erkene alınacağı söylentilerinin doğru çıkması halinde ise ortaya çıkacak durum daha da vahim olacaktır.

Sınırlardan içeriye sürekli roketlerin atıldığı, insanların öldüğü, ordunun bir kısmının hep başka ülkelerde olduğu, savaş karşıtlığının veya operasyon eleştirilerinin “vatan hainliği” olarak nitelendirildiği ve böyle bir baskının normalleştirildiği atmosferde seçmen iradesinin serbest olamayacağı, 2015 yılı Haziran ve Kasım seçimlerinde görülmüş ve deneyimlenmiştir. Belki de siyasi iktidarın seçimleri OHAL koşullarında yapmak istemesinden muradı budur.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre, sözleşmedeki hiçbir hüküm, bir devlete sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesi veya bunların sözleşmede öngörülmüş olandan daha geniş ölçüde sınırlandırılmalarını amaçlayan bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkı vermez. Yani bu sözleşmenin tarafı olan Türkiye de ülkesel uygulamalar arkasına sığınıp hak ve özgürlükleri yok eden veya oldukça sınırlandıran uygulamalar yapamaz. Bu bağlamda ve OHAL kapsamında toplanma, gösteri yapma, örgütlenme gibi hakların valilikler tarafından çeşitli şekillerde yasaklanmaları ürkütücü ve korkutucudur.

Aslında Türkiye’nin maruz kaldığı zorluk seçimin OHAL koşullarında yapılıp yapılamayacağı değil bizatihi seçimin bir gün sonrasıdır. Seçim ne zaman ve hangi koşullarda yapılırsa yapılsın, kim kazanırsa kazansın Türkiye o gün diktatörünü seçecektir. Tüm uyum yasalarının KHK’ler ile düzenlenmesi, hatta uyum yasaları sınırlarının aşılıp Silahlı Kuvvetler Vakfı’nın dahi Cumhurbaşkanı’na bağlanmış olması Türkiye için yeteri kadar endişe verici bir durumdur.


Bu nedenle Türkiye’de asıl konuşulması gereken seçimin yapılma koşulları değil bir an önce demokratik, çoğulcu parlamenter sistemin yeniden inşa edilmesidir. Söylemek gerekir ki en kötü parlamenter demokrasi şu an meri kılınmaya çalışılan ve yapılacak ilk seçimde yürürlüğe girecek tek adam rejiminden iyidir. Seçimi kimin kazandığının hiç bir önemi yoktur. Bütün kötülükleriyle birlikte 15 Nisan’ı geri istemek belki şu anda ülkenin selameti için en iyi olanıdır.