OHAL’den başkanlığa geçiş adımları ve mücadele

Türkiye gündemi Musul ve Başkanlık Sistemi tartışmalarına kilitlenmiş durumda. MHP lideri D.Bahçeli’nin takdimiyle Başkanlık perdesi tekrar açıldı. Musul’a yönelik –altı boş- fetihçi söylemlerle de beslenen dışarıda savaş- içerde OHAL’e dayanılarak –MHP’nin koltuk değnekliği ile- Başkanlık adı altında İslamcı faşizmi kurumsallaştırmaya çalışılıyor. Ülkenin geleceği açısından çok önemli bir kırılma noktası olabilecek bu hamle karşısında (muhalefetteki tereddütlü duruşlara rağmen) toplumda yaygın bir tepki ortaya çıkıyor. Bu tepki birleşik ve dinamik bir biçim alabildiği durumda AKP’nin planlarını hayata geçirmesinin hiç de kolay olmadığı bir kez daha görülecektir.

I

OHAL yetkileriyle oluşturulan baskı ortamına dayanılarak Başkanlık referandumuna doğru sürüklenen hızlandırılmış bir dönemdeyiz. Darbe girişiminin yarattığı sarsıntı sonucu geri çekilmek zorunda kalan AKP (muhalefetin de izlediği yanlış politikalar sonucunda güç toplayarak) OHAL ilanıyla yeni bir dönem başlattı. AKP, Meclissiz ve Anayasasız fiili idare altında iktidarını tahkim etmeye çalışıyor. Ancak bunun daha ötesinde Erdoğan ve AKP yaşadığı iktidar krizini aşabilecek bir sıçrama noktasına ihtiyaç duyuyor. AKP, 15 Temmuz’da da görüldüğü üzere devlete tümüyle hakim olmayı başaramadı. İçsel bütünlüğü ortadan kalkmış devlet içindeki parçalı durum devam ediyor. Devleti sıfırlama adı altındaki –OHAL’e dayanan- toparlanma adımlarının yeterli olmayacağı görülüyor. İslamcı faşizm bu krizler sonucunda kalıcı/kurumsal bir düzen haline gelemiyor. Başkanlık referandumu ve erken seçim tartışmaları iktidarın bu zayıflığını aşacak şekilde bir sıçrama arayışının ifadesi.

II

Başkanlık Referandumuna giden sürecin D.Bahçeli eliyle açılması ayrıca üzerinde durulması gereken bir nokta. AKP, Hocaefendileri ile aralarının açılmasının ardından dağılan iktidar bloğunun yerine devletin geleneksel milliyetçi kanatlarıyla ittifaka yöneldi. 7 Haziran öncesinden başlayarak gelişen, 1 Kasım seçimlerine giden süreçte –Kürt savaşı temelinde- belirginleşen –ve 15 Temmuz sonrasında pekiştirilen- bu ittifakla şimdi Başkanlığa geçiş kotarılmaya çalışılıyor. Kritik noktalarda AKP’nin önünü açmayı görev bilen D.Bahçeli’nin MHP’si bu dönem içinde müstakil siyaset yapma kabiliyetini tümüyle kaybetti. Bahçeli’ye karşı Partisi içinden gelişen muhalefetin –yargı marifetiyle- bastırılmasında Saray’ın önemli bir rol oynadığı biliniyor. Bunun karşılığında Bahçeli MHP’si Saray’ın bir fraksiyonuna dönüştü. Bay Bahçeli şimdi ‘devletin bekasına sahip çıkan büyük devlet adamlığı rolü’ altında (AKP’nin tüm suçlarına ortak olarak) Bilal oğlanların kurtarıcılığına soyunmuş durumda. (Bu ittifakın bir başka boyutuna ilişkin işaretleri de Eren Erdem’in katıldığı CHP paneline gerçekleşen faşist saldırıda görüldü.)

III

Bu politikanın diğer ayağı da dışarıda savaş siyasetinin derinleştirilmesi. Erdoğan, bugünlerde her fırsatta Musul’a yönelik fetih naraları atıyor. Lozan tartışmasıyla paralel Musul’a uzanan Misak-ı Milli söylemleri eşliğinde -15 Temmuz sonrasındaki demokrasi panayırları aracılığıyla yükseltilen- milliyetçi ve mezhepçi atmosfer harlanıyor. AKP’nin gerek Suriye gerekse de Musul’a yönelik altı boş söylemler daha çok içeriye yönelik bir tahkimatı içeriyor. Erdoğan’ın ‘Musul operasyonunda da masada olacağız’ sözünün saatler geçmeden boşa düştüğü, ‘kıratımda değilsin’ diye seslendiği Irak merkez hükümetine heyetler gönderildiği ve ABD’den ‘en azından havadan katılıyor görüntüsü’ için izin koparılmaya çalışıldığı bir acizlik yeni-Osmanlıcı şahlanış olarak yutturulmaya çalışılıyor. Bu mezhepçi -milliyetçi siyaset– gücünün yetmezliği bir yana- bölgede dağınık güç dengelerinin yarattığı boşluklara dayanarak yaptığı hamleler ise ülkemizi bölgeyi kuşatan etnik ve mezhepsel dağılmanın içerisine daha fazla sürüklüyor. AKP, içerde OHAL dışarıda savaş siyasetinin iç içe geçtiği bu süreçte milliyetçi-İslamcı tahkimatı –ve bu temelde kitle konsolidasyonunu geliştirerek- Başkanlık adımı dahil İslamcı rejimi kalıcılaştırma hamlelerini gerçekleştirmeye çalışıyor. (AKP’nin bölgede izlediği siyaset Türkiye’yi etnik-mezhepsel dağılma halkasına ekliyor. Bunun bir diğer sonucu da bölgede tutunma/inisiyatif alma çabası Türkiye’yi adım adım ABD’nin kara gücü haline getiriyor. Bu politikanın Başkanlık ekseninde körükleneceği bu dönem ülkemizi daha büyük risklerle karşı karşıya bırakmaya devam edecek.)

ohal-den-baskanliga-gecis-adimlari-ve-mucadele-199770-1.

IV

Başkanlık referandumuna hazırlık içerde ve dışarıda bu politikalar temelinde sürdürülüyor. Odağında ise İslamcı faşizmi, Erdoğan’ın tek adamlığı altında kurumsallaştırarak, fiili durumun saltanat/hilafet olarak geliştirilme çabası var. Başkanlık Sistemi adı altında gündeme getirilen değişim esas olarak İslamcı faşizmin gelişiminin bir aşamasıdır. 14 yıllık iktidarda –ardındaki kırk yıllık birikimle birlikte- pek çok alanda önemli ve kalıcılaşmaya yönelen adımlar atan AKP, buna rağmen sistemi kurumsallaştıramadı. AKP’nin ayakta kalabilmesi ve İslamcı faşist dalgayı ileriye taşıyabilmesi bugün artık yeni bir sıçramaya bağlı hale gelmiş durumda. Bunun biricik yolu olarak da Erdoğan’ın tek adamlığı altında –bugünkü fiili durumun- kalıcı ve anayasal bir düzen haline gelmesinde görülüyor. Bu bakımdan bu arayış ‘parlamenter demokrasi / başkanlık sistemi’ eksenindeki bir temsili sistemin farklı biçimleri arasındaki bir tartışma olarak görülemez. Böyle görüldüğünde nasıl bir Başkanlık tuzak sorusuna cevap vermeye çalışan muhalefet AKP’nin ileri hamleleri karşısında da savunmasız kalacaktır. Denge-fren mekanizmasından güçler ayrılığına, ABD tipinden Meksika tipine uzanan tartışmaların AKP’nin Başkanlık Sistemi arayışına meşruiyet kazandırmak dışında bir anlamı yok. AKP’lilerin de ifade ettiği gibi durum gayet açık, ‘fiili dikta anayasal kılıfa’ sokulma isteniyor.

V

Muhalefet de ise öteden beri bu konuda bir kafa karışıklığından söz edilebilir. Meselenin özündeki İslamcı faşizmi bir yana bırakarak Başkanlık modelleri üzerine yoğunlaşan bir tartışmanın yeniden gündeme gelmeye başladığını görmek mümkün. Denge-fren/güçler ayrılığı gibi karşı çıkışlar sonunda AKP ile Başkanlık biçimi tartışmalarını da içerecek ikircikli bir duruma işaret ediyor. Bunun bir sonucu olarak da bir oldu bittiyle topluma kabul ettirilmek istenen dikta rejimine Başkan arayışları başlamış görünüyor. Baykal çoktan adaylığını açıkladı! Hasip Kaplan ise twitter üzerinden ‘demokrasi güçlerinin başka adayı kim olmalı’ sorusuyla şimdiden tartışmaya çağırıyor! Tüm topluma oldu bittiyle ve zorla kabul ettirilmek istenen bu dikta yönelimi karşısında yapılması gereken kuşkusuz Başkan aday arayışının ötesinde olmalı! ‘Biz şimdi hayır diyelim ama sistem değişikliğine de hazır olalım’, ‘Başkanlığa karşıyız ama parlamenter sistem demokratik mi’, vb soruların işaret ettiği tartışmaları önceleyerek bu sürece karşı etkili bir muhalefet yürütmek mümkün olmaz. Yapılması gereken İslamcı faşizmi ilerletmeye yönelik Başkanlık dahil tüm adımlara karşı ikirciksiz bir karşı duruş göstermekten başka bir şey değil. Bugün proje okullarına ve İmam Hatipleştirilmeye karşı öğrencilerin, velilerin, öğretmelerin mücadelesi de tam da İslamcı faşizmin kalıcılaşma hamlesine karşı bir direniştir. Tüm zeminlerdeki mücadeleleri güçlendirme arayışında birleşerek dalga kıran oluşturulabilir.

VI

Bugün medyadan pompalanan hava içinde neredeyse Meclis onayı ve referanduma dahi gerek duyulmadan tüm topluma Başkanlık kabullendirilmeye çalışılıyor. Bu algı yönetimi ve propagandanın arkasına baktığımızda ise durumun hiç de öyle olmadığını görmek mümkün. İçerde baskıyı yoğunlaştırarak ve dışarıda savaş siyasetini derinleştirilerek girilecek bu Başkanlık süreci AKP açısından pek çok riski de içinde barındırıyor. AKP halen darbenin AKP içindeki siyasal ayağına dokunamıyor. Hatta Parti içinde de devlet mekanizması içinde de güvenli bir zemin oluşturulamıyor. Bölgede kendi boyunu aşan savaşın yaratacağı sonuçlar görülemiyor. Öte yandan istikrar propagandası altında gündeme getirilen Başkanlığın kendisinin ekonomide, siyasette yarattığı istikrarsızlık sağ-muhafazakâr tabanı da etkileyen sonuçlar üretiyor. Ama asıl önemlisi (şimdi belli bir durağanlık içinde görünmekle birlikte) AKP’ye karşı yaygın bir direnme eğilimi var. Bu kesimlerin dinamik ve örgütlü mücadelesi ile Başkanlık oldu bittisinin hiç de kolay olmayacağı görülecektir. Ama daha önemlisi bu süreçte toplumun tüm kesimlerinin bir dip dalgası olarak büyüttüğü artık yeter (14 yıl yeter) çağrısını somut bir siyaset ve güce dönüştürerek siyasal İslamcı iktidarın sonuna gidecek yolu açmak pekala mümkün.