Darbe girişimi sonrasında Meclis, Cumhurbaşkanının Suriye’de “güvenli bölge” ve “kapsamlı” anayasa değişikliği istediği bir gündemle açıldı. Anayasanın adeta askıya alındığı, KHK’lerle Meclisin işlevsizleştirildiği, iktidar blokunun savaşçı düşlerle ülkeyi bilinmeze sürüklediği bir ortamda millet iradesinden ve demokrasiden bahsetmek ironik olsa gerek. 15 Temmuz ihanetine karşı daha fazla demokrasi yerine OHAL üzerinden fiili bir rejim değişikliği planlayan siyaset tarihi hatada ısrarcı. Korunması istenen “Yenikapı ruhu”, eğer türkü çalan radyoyu, Kürtçe çocuk kanalını, doğru düzgün habercilik yapan İMC TV’yi kapatmaya onay vermekse onun bildiğimiz demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi yok!

Birbirlerine muhtaçlar
Haziran seçimlerinden bu yana Saray-AKP ve MHP arasında fiili bir koalisyon oluştuğunu net bir biçimde görüyorduk. Şimdilerde bu yeni Milliyetçi Cephe OHAL şemsiyesi altında kendi zaaflarını örtüp her türlü ortak düşmanlara karşı beraber hareket ediyor. “3 aya kalmaz” denen OHAL’in “12 ay bile yetmez” noktasına gelmesi, hem Saray-AKP cephesinin hem de MHP’nin kendini “güvende” hissetmediğinin kanıtı. Ancak bu hissiyat çokça öne sürüldüğü gibi Fethullahçıların yeni bir operasyonundan veya ikinci bir darbe tehlikesinden korkulduğundan değil, ‘içeride’ fire verilmesinden çekinilmesinden kaynaklanıyor.

15 Temmuz sonrasında, tasfiye operasyonlarının yürütülme biçiminden rahatsız bazı AKP’liler ve Erdoğan’ın yakın dönemde üzerini çizdiği AKP kurucuları olanı biteni sessizce izliyor. Üstelik son dönemeçte yaşanan haksızlıkların rövanşist duyguları beslediğini en iyi onlar biliyor. MHP’de ise Akşener ve “çağrı heyeti”nin partiden ihraç edilmesine rağmen parti içi muhalefeti destekleyen kitle yok olmadı sadece uygun şartları bekliyor. Saray’ın desteğine hala ihtiyaç duyan MHP yönetimi, parlamentoyu Kürtlere kapatan ve AKP-MHP ittifakını sürekli kılan tüm uygulamalara hevesle destek verecek. Kürt radyolarının ve televizyonlarının yayınlarına son verilmesinden MHP’lilerin büyük keyif aldığını da tahmin edebilirsiniz. Zamanında AB uyum paketleri esnasında yapılan düzenlemeler OHAL adı altında tek tek geri alınıyor.

Gündelik yaşamda OHAL
OHAL, dinci-milliyetçi tahakkümün gündelik yaşamı esir almasına da neden oluyor. İçki yasağı getiren Yozgat valisinin açıklaması boşuna değil. “Sivil dönemde yetkim yoktu ama bugün var ve kullandım” ifadesi durumdan vazife çıkaran memleket vasatının özeti. Batman’da şehir tiyatrosunun başına kayyımla gelenler, Bitlis’te toplantı ve gösterilerin yasaklanması, iptal edilen festivaller ve daha nicesi valilerin hükümet komiseri gibi çalıştığına dair şüpheleri besliyor. Ne de olsa Adalet Bakanının “tedbir Anayasaya aykırı olsa bile alınır” dediği günlerindeyiz! O “tedbirlerin” yalnızca darbecilere yönelmediği, yeni cephenin ideolojisinin kamusal alanı Kürtlere, Alevilere, sosyalistlere kapattığı aşikâr. 90’larda Kürt şehirlerinde hayatın ritmini denetleyen ve şimdilerde kayyım aracılığıyla canlandırılan mekanizma, OHAL sürdükçe adım adım Batı’da da kendini gösterecek. Muhaliflerin siyasi faaliyetlerini hedef almakla yetinmeyip laik yaşam biçimine müdahaleyi beraberinde getirecek.

Muhalefeti yükseltme zorunluluğu
Böyle bir durumda ana muhalefete ne yapmak düşüyor? Elbette kayıtsız şartsız demokratik özgürlükleri savunacak etkin bir siyasi hat geliştirmek. Bunun ilk şartı da doğru tespitlerden doğru stratejiler çıkarmak. Hayatının önemli bir kısmını AKP savunuculuğuna adamış, bundan çıkar sağlamış fakat şimdilerde muhalifliğe soyunan kalem erbabının akıl hocalığını reddetmekle işe başlamalı CHP’liler. Laiklik mücadelesini küçümseyen, rejim değişikliğinin iktisadi veçhesini denklem dışına bırakan, sorunu hala ‘vesayetçi elitler-mağdur çoğunluk’ çerçevesinden anlatan ‘koronun’ manipülasyonlarından uzak durmak gerek. Son kertede fiili koalisyona meşruiyet kazandıracak her türlü pazarlığa baştan hayır derken gerçek bir demokrasi programını demokratik kitle örgütleriyle örmek ve eyleme geçmek için bir gün daha kaybetmemeli. Son bir buçuk yılda iyiden iyiye umutsuzluğa kapılan, seçeneksiz ve güvencesiz kalan ilerici ve sol kesimlerle yerelde dayanışma örneklerini çoğaltmak, kamusal alandaki kuşatmayı kırmak gelecek için umut üretir. Kocaeli Dayanışma Akademisi de okullarının İmam Hatip’e dönüştürülmesine karşı çıkan öğrenciler de haksız biçimde açığa alınan kamu emekçileri de bu umudu sol ilerici bir ruhla büyütebilir. Yeter ki omuz omuza verilsin; yeter ki gücümüz küçümsenmesin.