Korkmayın, Okja, vegan yaşamın avukatlığını üstlenen bir film değil. Hayvanların çektiği acılara dair yeni bir şey de söylemiyor

Okja: Rahatsız edici gerçekler

TUĞÇE MADAYANTİ DİZİCİ
@madayantii

Netflix’in bu sene Cannes Film Festivali’ne damgasını vuran Okja filmi bu senenin en çok ses getiren filmlerinden biri oldu. Vizyon şansı olacağını düşünmediğim bu filmi Kurban Bayramı dolayısıyla izlemenizi tavsiye ederim. Güney Kore’nin dağlarından New Jersey’nin sınai et üretim fabrikalarına uzanan hikayesiyle Okja filmi, mükemmel bir taşlama yeteneğine sahip. Günümüz modern kapitalist yemek zincirinin karanlık yüzünü gözler önüne sermekle kalmayan film seyirciyi, doğruculuğu ile hem rahatsız etmeyi yürekleri ısıtan hikayesiyle de gözyaşlarına boğmayı başarıyor.

Filme sinen çılgınlık

Pırıltılı bir zekası olan yönetmen Joon-ho Bong’un film yapma ustalığını Okja filmi ile bir kez daha sergiliyor. Zorlamasız bir şekilde tonlamalar hatta türler arası değişkenlik gösteren yapısıyla, filmin sahnelerinin dram ve coşku dolu olması, seyirciyi çok katmanlı bir kapitalizm eleştirisi ile baş başa bırakıyor. Yönetmen, Snowpiercer filmi de dahil olmak üzere Okja ile sadece heyecan verici filmler değil aynı zamanda duygusal yumruklar atabilen filmler yaptığını kanıtlıyor. Okja sağlam bir sinematografiye sahip. Yönetmenin kendi topraklarında geçen aydınlık renkli bir ekolojik muhteşemliği yakalayan film görüntüleri, oradan ayrılınca karanlık bir atmosfere geçiyor. Böylece filmin tonu ile görsel ton birbirini yakalıyor. Filmin kimyası ile uyuşan abartılı karakterler bahsettiğim harika görsel efektlerden de faydalanarak daha kabul edilir bir hal alıyor. Tüm bu absürtlüğe inandırıcılık ve hayat katan 13 yaşındaki küçük aktris Ahn Seo-hyun ve garip bir deli kapitalist canavar portresi çizen Tilda Swinton başta olmak üzere oyunculukları sevdim. Jake Gyllenhaal’ün belki rolü için biraz fazla çılgınlık sınırını aştığını düşünenler çıkacaktır, ben açıkçası deliliğinden oldukça hoşlandım üstelik ‘artistik özgürlük’ denilen şeye Hollywood yapımlarında çok rastlayamadığımızdan, ünlü oyuncuların alışılmış hallerinin dışına çıkmasını sağlayan Netflix belki de artistik özgürlüğünün önünü açacaktır.

Zor sahneler

Okja genetiği ile oynanmış ve daha fazla et üretmesi için dizayn edilmiş domuzla hipotalamus benzeri bir hayvan. Hayatını Mija ile dağlarda geçiren bu hayvan et fabrikasına götürülmek istenince hikaye başlıyor. Filmin başlarında yer alan, Okja’nın Mija’nın hayatını kurtardığı sahne, onun hem acıyı hem sevgiyi fark edebilen zeki ve duygusal bir canlı olduğunu anlamamızı sağlıyor. Ve Okja’nın laboratuvarda maruz kaldığı korkunç bir sahneyi izleyince aklımız duracak gibi oluyor. Adeta işkence olarak değerlendirilmesi gereken tüm ‘olağan’ işlemlerden sonra Okja’nın gözündeki ışığın söndüğünü yerine korku ve acının geldiğini görüyoruz. Okja’nın yaşadığı bu akıl almaz acıya şahit olurken, bunun aslında et fabrikalarında her gün milyonlarca hayvanın başına geldiğini biliyoruz.

Ama bilmiyordum yok

Korkmayın, Okja, vegan yaşamın avukatlığını üstlenen bir film değil. Hayvanların çektiği acılara dair yeni bir şey de söylemiyor. Sizler zaten endüstriyel çiftliklerde beslenen hayvanların ölüm odaklı yaşamlarının sefaletini, tavukların daracık bir alanda, kısaltılan ömürlerini ilaca boğulmuş, hasta, stres içinde geçirdiklerini, az kemik gelişimi için daracık kafeslerde hareket etmeden tutulan büyükbaş hayvanları biliyorsunuz, kendi dışkıları içinde yatan, derileri iltihaplanan hayvanları duydunuz gördünüz, solungaçları kesilen ve kesim öncesi aç bırakılan somonları okudunuz, KFC’ye tavuk sağlayan mezbahalarda işçilerin canlı tavukların kafalarını kopardıkları videoları belgeleriyle gördünüz. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) işlenmiş etin kanser ile doğrudan bağlantılı olduğunu gösteren raporları, protein kaynağının aslında bitkide olduğunu, etin şekerden daha çok diyabet hastası ürettiğini zaten okumuşsunuzdur. Hatta çoğumuzun kullandığı büyük ilaç firmalarının et endüstrisi tarafından desteklendiğini yani şu garip ironiyi bile biliyorsunuzdur. Daha da önemlisi et fabrikalarının, endüstriyel çiftliklerin birincil derecede çevre düşmanı olduğunu duymuşsunuzdur. Yani kimsenin artık ‘bilmiyordum’ deme lüksü yok.

Bir teklifim var

Tüm bunları bilmesine rağmen insanlar neden vegan, vejetaryenlerle tanıştıklarında hemen zırhlarını giyiyorlar ve kendilerini dalga ile karışık bir öfke ile savunmaya geçiyorlar. Bakın neden hayvan yemeyi bırakmıyorlar diye sormuyorum bile. Bu garip bir savunma mekanizması, içten içe yanlış yaptığını bilen ama bunu engelleyemeyen insanın ellerinde kanıtlar olmasına rağmen bunu reddetmesi, bastırması bir yana bu konuda bir şeyler yapmaya çalışan kişilerle dalga geçmek akıllıca mı? Evet bizlerin vegan ve vejetaryen olarak önümüze koyduğumuz hedef çok büyük ve ancak hayvan yemeye son verilirse bu hedef başarıya ulaşabilir. Bu hedefe inanmıyor değilim ama ben bugün bir aciliyet içinde sizlerden yardım isteyeceğim. Şu pasif agresif küçümseyici tavırları bir kenara atalım ve en azından et endüstrisinde bir değişim gerektiği noktasında buluşalım istiyorum. Ve bunun için hepimiz lazımız diyorum.

Sistemi sarsmak

Okunanlar ve izlenenler bastırılmasın artık. Tüm bunlar o hayvanların başına gelmiyormuş gibi davranılmasın artık. Okja bir gerçek ve hala yaşanıyor. Acımasızlığın örgütlenmiş hali olan sınai çiftliklere karşı çıkan herkese ihtiyacımız var diyorum. Ancak kalabalıklaştığımızda ve bu endüstriyel sisteme karşı öfke arttığında, bu zırhlı acımasız kapitalist yapı kendini daha iyiye yöneltmek zorunda hissedecektir. Belki hayvan yiyen, yemeyenler olarak yani hepimiz sayesinde bu kirli sistem daha iyi denetlenecek ve hayvanların çektiği acılar bir nebze olsun daha hafifletilebilecek. Gerçek bir demokrat, idealist, hayvan sever ve çevreci isek hepimiz hep beraber bunun talebinde bulunmalıyız. Ama benim için 20 senedir tek gerçek var bu yazıyı onu da eklemeden edemeyeceğim; Yaşasın Animal Liberation Front!