Salgının yarattığı kaygı, stres ve endişe ve ekonomik sonuçları birlikte değerlendirildiğinde, salgınlar ve doğal afetler, bu hanelerde yaşayan risk altındaki çocuklarımızı, okul gibi çocuk koruma mekanizmalarından, sosyal destekten uzaklaştırarak ihmal ve istismara daha açık hale getirdi.

Okul hakkı sağlık hakkıdır

ZEHRA KULALI GEZİCİ

Okul yalnızca akademik faaliyetlerin gerçekleştiği bir mekân değildir. Çocukların gelişim dönemlerine uygun ihtiyaçlarını karşıladığı, ebeveynlerinden uzaklaşarak özerkleştiği, akranlarıyla sosyalleştiği, fiziksel olarak aktif olduğu ve toplumsal yaşamı tecrübe ettikleri bir mekândır. Dolayısıyla öğrenmeyi, duygusal ve sosyal iyi olma halini de destekleyen işlevi vardır. Bu haliyle okul ve eğitim hakkını sağlık hakkından bağımsız ele alamayız.

Ancak pandemiyle birlikte öğrencilerimiz 1,5 yıldır bu olanaklardan/ haklarından yoksun bir şekilde eğitim öğretimlerini ‘sürdürmeye’ çalışıyorlar. Salgın döneminde Türkiye, OECD ülkeleri arasında Meksika’dan sonra okulların en uzun süre kapalı kaldığı ikinci ülke oldu.

Uzaktan eğitimle beraber evler eğitim ortamına dönüştü. Çok farklı sosyoekonomik koşullarda kaldığımız hanelerde, hayat maalesef bazı evlere sığmadı. Haneler arasındaki eşitsizlikler pandemi ile birlikte derinleşerek yoksulluk ve refah kaybı can alıcı şekilde yaşandı. Bu eşitsizlikler eğitime daha çok yansıdı. Oysa okul ve eğitim; farklı sosyoekonomik düzeyde olan çocukları eşitlemesi gereken sosyal politikaların bir parçasıdır. Okul ortamının ortadan kalkması ve hak temelli bir yaklaşımın olmaması, eğitimde var olan eşitsizlikleri derinleştirerek, yapılan merkezi sınavlarla kalıcı hale getirdi.

Derin Yoksulluk Ağı’nın, İstanbul’da yaptığı saha çalışması kapsamında görüşülen ailelerden yüzde 57,8’i öğrencisinin çeşitli ekonomik gerekçelerle dersleri takip edemediğini, salgın sonrasında okula dönmeyeceğim diyenlerin oranının da yüzde 11,3 olduğunu gösterdi. Bu rakamlar yaşanan eşitsizliğin en somut göstergesidir.

Köy okullarında ve kırsalda bunun çok daha yaygın olduğunu, öğrencilerimizin eğitim yaşantısından koparak iş gücüne katılmasıyla birlikte okul terkinin arttığını rakamlar henüz tam ifade edilmese de öngörebiliyoruz. 1,5 yıllık uzaktan eğitimin telafisi mümkün olmayan sonuçlar yarattığını ifade edebiliriz.

Sağlığı ruhsal ve bedensel olarak iyi olma hali olarak tanımlarsak, barınma, yeme içme, ısınma, eğitim gibi en temel ihtiyaçlarından mahrum kalınarak ruhsal bir iyilik halinden ve sağlıktan elbette bahsedemeyiz.

Salgının yarattığı kaygı, stres, endişe ve ekonomik sonuçları birlikte değerlendirildiğinde, salgınlar ve doğal afetler, bu hanelerde yaşayan risk altındaki çocuklarımızı, okul gibi çocuk koruma mekanizmalarından, sosyal destekten uzaklaştırarak ihmal ve istismara daha açık hale getirdi.

Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi tarafından yapılan araştırmada 0-18 yaş grubu çocukların yüzde 19,3’ünün salgın sürecinde şiddete maruz kaldığını görüyoruz.

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanlığı’nın açıklamasına göre bir önceki yıla göre fiziksel şiddetin yüzde 80, psikolojik şiddetin yüzde 93, sığınma evi talebinin yüzde 78 arttığını görüyoruz. Ev içindeki şiddet direk çocuğa yönelmese de şiddeti doğuran süreç ve şiddete tanıklık etmesi yeterince travmatiktir.

Okul ortamının ortadan kalktığı uzaktan eğitim sürecinde, çok farklı ekonomik arka plan ve yaş farklarıyla birlikte sorunlar çeşitlense de; çocuklarımızın birçok temel haklarının hayata geçmesinin tek koşulunun okul ortamı olduğu gerçeği çok net ortaya çıkmıştır. Yapılan birçok araştırma sonucunda ortaya çıkan en net sonuç: Öğrencilerimiz ebeveynlerinden uzaklaşıp bireyselleşme sosyalleşme ve hareket ihtiyacını okul ortamında ve akranlarıyla bir arada gerçekleştiriyor.

Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 31. Maddesi çocukların tam da bu alana dair haklarını tanımlar. Çocuğun gelişimsel dönemine uygun faaliyetlerde bulunma, dinlenme, boş zamanını değerlendirme kültürel, sanatsal ve sosyal yaşama katılma hakkına dair devletlere sorumluluk yükler.

Bu nedenle okulların öğretim faaliyetinden öte, okulun; hak temelli sosyalleşme, hareket, oyun, eğlence ve psikososyal desteklere erişim gibi eşsiz fonksiyonları da hedeflenmek zorundadır.

Salgın, afet, artan yoksulluk, derinleşen eşitsizliklerin sonucunda yaşanan refah kaybı, elbette sınıfsal bir sorundur.

Bu kaybın eğitim hakkı ihlaliyle yeniden üretilmesinin önündeki engel, sürdürülebilir yüz yüze eğitim talebimizi yükseltmek ve örgütlemekten geçiyor.