Şöyle bir baktım, eğitim yazıp da okullarda öğle yemeği konusuna girmeyen bir ben kalmışım. Okul yemeğinin son günlerde daha sık dile getirilmesi, toplumun bu konuyu seçim talebi arasına almasını sağlamaya yönelik muhalif kışkırtması sanılmasın. Öğrencilere devlet tarafından okulda yemek verilmesi, yoksulların besine erişemediği ve bu durumun açlık gibi yaşamsal bir tehdide dönüştüğü durumlarda gündeme geliyor.

Kişi başı ortalama geliri Orta Afrika ülkelerinin üzerinde olsa da ulusal gelir dağılımındaki adaletsizlik, Türkiye’de yoksulluğu Sudan düzeyde yaşayan bir kitle yarattı. Yemek, dün açılan okulların bugün akla gelen ihtiyacı değil. Eğitim sendikaları, politikacılar, aydınlar ve öğrenci veli örgütleri okul yemeği konusunu durup dururken gündeme getirmediler. Yaşadıkları, tanık oldukları, fark ettikleri yoksulluğun fakirlerin yaşamını etkileyecek düzeye geldiğini gördüler ve devlete görevini anımsatma gereği duydular.

Okulda yemek uygulamasının, beslenme gereksiniminin yanı sıra beslenme ve yemek kültürü edinme, çocuklar arasındaki sosyal bağı güçlendirme gibi pedagojik bir boyutu da var. Fransa ve Japonya, daha ziyade beslenmenin pedagojisiyle ilgileniyor. Bir arkadaşımın yönlendirmesiyle incelediğim Japonya Okul Öğle Yemeği ve Diyet Eğitimi programının amacı, çocuklara sağlıklı beslenme alışkanlıklarını erken yaşta kazandırmak; besleyici gıdaların önemini anlamalarına yardımcı olmak ve öğrencilere evde alamayacakları kalori ve besinleri sağlamak olarak belirlemiş. Ulusal Beslenme Çerçevesi Kanunu’na sahip Fransa, iki yıldır tüm öğrencilere verdiği kahvaltıyı, aynı zamanda eğitimsel faaliyet olarak değerlendiriyor. Fransa, bazı bölgelerde verdiği öğle yemeğini, tüm okullara yaymayı amaçlıyor. Okul yemeği uygulaması, Bulgaristan dahil birçok Batı ülkesinde devam ediyor.

Gelişmiş ülkelerin eğitimsel faaliyetten saydığı şey, bizim dirimsel varlığımızı sürdürecek yaşamsal ihtiyacımız oluyor. O nedenle okulla, öğrenciyle ilgili uygulamaların eğitimsel boyutunu rahatlıkla gözardı ediyoruz. Gözardı etmekle kalmıyor beslenme, taşıma, giyinme gibi okul yaşamının zorunlu harcama kalemlerini sermaye birikim aracına dönüştürüyoruz. Oysa eğitim zorunluysa, öğrenci okula gitmek zorundaysa, eğitimin tüm maliyeti onu zorlayana yani devlete ait olmalıdır. Fakat Türkiye, öğrencilerin öğrenmesi için sağlıklı ve mutlu olmaları gerektiğinin, aksi durumun öğrenmeyi ve akademik başarıyı olumsuz etkilediğinin farkında değilmiş gibi davranmaya devam ediyor.

1950-1970 yılları arasında okullarda süttozu ve ekmek dağıtımını, öğrencilerin sağlıklı beslenmesine eğitim kanunlarında yer verilmiş olmasını saymazsak (ki sayamayız) Türkiye, öğrencilerin beslenme sorunuyla ilgilenmedi. Belli aralıklarla okullarda üzüm, fındık gibi çerez, istikrarlı olmasa da hala devam eden süt dağıtımı da ilgiden kaynaklanmıyordu. Konuyu araştırırken bu konuyla bir ara ilgilenmiş birileri olduğunu gördüm. Sağlık Bakanlığı, 2010’da Japonya modeli üzerinde çalışmış. Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün yayımlamış olduğu Tam Gün Okullara Yönelik Geliştirilen Menü Modelleri ve Örnek Öğle Yemeği Listeleri[1] adlı bir çalışmaya rastladım. Beslenme uzmanlarının hazırladığı kitapta, yaş gruplarına göre çocukların ihtiyacı olan kalori miktarı belirlenerek tatlı ve mevsimlere göre değişen üç çeşit yemek öneriliyor. Kitapta, haftanın hangi günü hangi yemeğin çıkması gerektiği liste halinde sunulmuş. Gerekçesi ve yöntemi tutarlı, uygulanmayı bekleyen detaylı bir çalışma. Belli ki yemeğini bölüşmek istemeyen birileri kalsın demiş ve çalışma rafa kaldırılmış.

Ders kitaplarının ücretsiz dağıtımı bu iktidar döneminde başladı. AKP’nin bu uygulamadan siyasal fayda sağladığını inkâr edemeyiz. Hâlâ her fırsatta “Aah ah, eskiden ders kitabı mı vardı!” hatırlatması yapan Erdoğan, en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda öğrencilere yemek vermenin siyasal getirisini kaçırmak istemez. Fakat artık maliyetli olduğu kadar bu külfetli işin altına girecek durumda değil.

Okul yemeği uygulaması, maliyetinden ziyade organize olmayı gerektiren külfetli bir iş. Bana kalırsa, bu işin altından en kısa sürede ve başarıyla ancak belediyeler kalkabilir. Her türlü engellemeye, okullara yanaşmalarına izni verilmemesine rağmen okul yolunda, otobüs duraklarında, kent meydanlarında ihtiyaç duyan her öğrenciye anında bir tas çorbayı uzatabilen belediyeler yemek sorununu da çözebilir.

Birkaç gün önce Efes Selçuk Belediyesi bile çorba dağıtmaya başladı. “Bile” diyorum çünkü belediye başkanı Filiz Ceritoğlu Sengel, nüfusu 40 bini geçmeyen bir ilçe bütçesiyle yapıyor bunu. Hatta Başkan, merkezi yönetimin ilçedeki bürokrat temsilcileri engel olmasa çorbayı yemeğe dönüştürme niyetinde. Birçok belediye gibi Efes Selçuk Belediyesi de yerel tarım üreticilerini destekliyor. Fakat desteği ile üretilen yenmeye hazır binbir çeşit reçel, et, süt, peynir; erişte, tarhana tezgâhta dururken köyünden/mahallesinden taşınmış çocuklar dersine aç giriyor! Belediyelerin tarım bakanlığından daha iyi iş çıkardığını görüyoruz. Üretimine destek verdikleri tarımsal ürünleri kullanarak okul yemeği maliyetinin düşünülenden daha aşağıya çekecekleri de ortada. Merkezi yönetimin sosyal politikalardan uzaklaşmasıyla o alanın belediyeler tarafından doldurulmaya çalışıldığını görmek, okul yemeği meselesini, hatta okulların fiziki gereksinimlerini belediyelere bırakmak lazım...