Okullar açılırken salgın ve Türkiye’de eğitim

Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ

6 Eylül 2021 tarihinde okullar, bir buçuk yıl aradan sonra, yaklaşık 18 milyon öğrenci, bir milyon öğretmenle, yüz yüze eğitimle ve salgının yarattığı endişelerle yeni öğretim yılına ‘merhaba’ dediler. Yüz yüze eğitime geçerken yaşadığımız veya yaşayacağımız sorunlar ülkenin temel eğitim sorunlarından bağımsız değil. Ulusal ve uluslararası sınavlar, raporlar son yirmi yılda niteliğini tümüyle kaybeden, nitelikli öğretmen yetiştiremeyen, eşitsizlikler üreten, liyakati tümüyle dışlayan, piyasalaştırılan-dinselleştirilen bir eğitim sisteminin varlığını ortaya koyuyor. Son dönemlerde yaşadığımız küresel iklim krizi ve yarattığı felaketler karşısında eğitim sisteminin içinde yaşadığı süreç sürdürülebilir bir durum değildir. Niteliği ıskalayarak, akıl ve bilimden uzaklaşarak geleceği kurgulamak asla mümkün değil.

Günde yaklaşık 250 yurttaşımızı kaybettiğimiz, öğretmenlerin büyük kısmının halen aşı olmadığı Eylül 2021 koşullarında okullarımız için bakanlık sağlıklı bir eğitimin verilmesini sağlayacak önlemleri alıp almadığı konusunda aileler, öğretmen sendikaları ve eğitim kuruluşlarının endişeleri basında geniş bir şekilde yer alıyor. Okullarda sınıfların havalandırılması için gereken önlemler, okullarda sağlık personelinin bulundurulması, okullardaki maske ve diğer hijyen malzemelerinin varlığıyla ilgili sorular basında yaygın bir şekilde yer alıyor. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yüz yüze eğitim ödeneği olarak okullara toplam 650 milyon lira gönderileceği açıklaması bu işe ne kadar ciddi baktıklarının küçük bir göstergesi
Dünya deneyimleri, aşının virüse karşı mücadeledeki en önemli silah olduğunu, yüz yüze eğitimin okul koşullarında gerekli önlemlerin alınması ve toplumsal bağışıklığı sağlayan yeterli aşılanmanın yaratılmasıyla gerçekleşeceğini öngörüyor. Bu kadar bulaşıcı bir virüse karşı toplumsal bağışıklığın sağlanması için nüfusun yüzde 80’in üzerinde aşılama olunması gerektiği bilimsel çalışmalarda vurgulanıyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’deki tam aşılanma oranı henüz yüzde 50 civarında. Medyadan ‘aşı karşıtlığı’ nedeniyle eylül ayı itibariyle 317 bin öğretmenin aşı olmadığını öğreniyoruz. Dünyada ve Türkiye’de daha çok tarikat-cemaat çevrelerinin, bilim karşıtlarının aynı zamanda aşı karşıtı olduklarını biliyoruz. Ülkenin muhalefet eden, itiraz eden kesimlerine karşı oldukça sert ve hoyrat ifadeler kullanan iktidarın aşı olmayan öğretmenlere karşı olağanüstü hoş görünme çabası içinde olmasının bu nedenle olduğu açıktır. Aşı karşıtlarına karşı ciddi bir mücadele yoluna girmeden yüz yüze eğitimin sürdürülmesi önümüzdeki günlerde çok zorlaşacaktır. Temel çözüm virüsün yayılmasına engel olmaktan geçiyor.

okullar-acilirken-salgin-ve-turkiye-de-egitim-919925-1.
Prof. Dr. Kemal Kocabaş

Ailelerin ve eğitimle ilgili paydaşların görüşlerinin değerlendirilmediği tek sesli ülke ikliminde iktidarın yüz yüze eğitimle ilgili aldığı önlemler toplumun çoğunluğu tarafından kaygıyla karşılanıyor. Yeni Milli Eğitim Bakanının eğitimle ne denli ilgili olduğuna ilişkin değerlendirmeler, tutuk tavrı, bakanlığın hantal yapısı ve liyakata dayanmayan tarikatlara-cemaatlara dayalı akıl ve bilim dışı kadrolaşma bu endişeleri daha da artırıyor. Mart-2020 ile Eylül 2021 arasında Meksika, Polonya ve Türkiye, ‘Okullarını en az açık tutan ülkeler’ olmuşlardı. Bu durum, aynı zamanda ülkelerin eğitime bakışlarıyla ilgili bir veri olarak karşımızda duruyor.

Salgının ilk dönemlerinde uluslararası kuruluşlar, ulusal eğitim örgütleri okulların açılmasının öncelikli politikalar olması gerektiğini ifade ederek okulların kapalı kalmasının çocuklar üzerindeki maliyetinin yüksek olacağını işaret ettiler. Salgın sürecinde mevcut eşitsizlikler pandemi nedeniyle daha da arttı, öğrencilerin üçte ikisi çevrimiçi eğitime katılamadı. Öğrencilerin bedensel, ruhsal ve zihinsel olarak gelişimlerini sağlıklı bir şekilde sağlamak için okullarda akranlarıyla birlikte olmasından geçiyor. Geçen bir buçuk yıl içerisinde çevrimiçi derslerde daha çok bilişsel kazanımlara odaklanırken, yüz yüze eğitime başlanılan bu dönemde öğrencilerin okuldan uzak kaldıkları dönemde akranlarıyla etkileşemedikleri için daha çok sosyal öğrenmenin etkin kılınması zorunluluğu vardır. Öğrenme kaybı bir biçimde telafi edilebilirken sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarına yönelik kayıpların telafisi zordur. Salgın döneminde varsıl aileler çocuklarına hem bilişim olanakları, özel öğretmenler, özel okullar sunarken bu olanaklardan yararlanamayan milyonlarca öğrencimiz-çocuğumuz oldu. Eğitimin, sağlığın evrensel bir insan hakkı olduğu gerçeğini ülkeyi yönetenler içselleştiremediler ve bu dönemde sınıfta kaldılar. Yüz yüze eğitime geçilen bu günlerde bu eşitsizliklerin iş üretmeyen içi boş söylemlerle, süreci idare eden yaklaşımlarla sürdürülmesi olanaksızdır.

Ne yapmalı diye sorduğumuzda ilk yanıt ileri bilimsel altyapı için laik-demokratik bilimsel eğitimi temel alarak ilk ve ortaöğrenim sistemini yeniden inşa etmek, evrensel özerk ve demokratik üniversite gerçeğini yeniden tartışarak, üniversiteyi her tür erkten bağımsız kılacak bir zemine oturtmak gerekiyor. Ülkenin önünü açmak için Köy Enstitüleri kazanımlarını, yeni insan, yeni sosyolojiyi irdeleyerek eğitim reformu çalışmalarını ülke gündemine katmak acil bir gereksinme olarak duruyor. Tüm öğrenci ve öğretmenlerimize akıl ve bilimin ışığında sağlıklı, başarılı bir öğretim yılı diliyorum.