Bir okul müdürünün, öğrencilerin sınıfta kız erkek ayrı olacak şekilde oturma düzeninin değiştirilmesiyle ilgili öğretmenlere gönderdiği mesajın, evrakın basında yer alması ile “Okullara şeriat mı geldi?” tartışmaları, paylaşımları yapılıyor.

Asıl şaşırtıcı olan ise yaşanılan olayı şaşkınlıkla karşılayan sosyal medya paylaşımlarının sayısının azımsanmayacak kadar çok olmasıydı. Şeriat bir sabah ansızın gelmeyecekti ve son 20 yılda eğitimin dinselleştirilmesi adım adım inşa edildi. Okullar dini yapılarla, dini kurallarla kuşatıldı.


4+4+4 yasası ile “dininin, dilinin, kininin… davacısı gençlik” çağrısı ve inşası, ortaöğretim kurumlarında yapılan değişiklikle karma eğitimin hukuken ve fiilen kaldırılması, bazı okullarda, okul türlerinde yalnızca oturma düzeninin değil sınıfların, koridorların hatta binaların kız erkek diye ayrılması, müfredat değişimi, ders kitaplarının içeriği, okullaşma politikası ile tüm okulların imam hatipleştirilmesi, seçmeli derslerin fiilen din derslerinin “zorunlu seçimi” haline getirilmesi, çocuk yaşta evliliklerin yönetmelikle, yasalarla önünün açılması, sınav sistemi değişiklikleri, protokoller ve işbirlikleri adı altında söyleşi, yarışma vb. faaliyetlerle okulların cemaatlere, tarikatlara teslim edilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin özel eğitim ve rehberlik programından çıkarılarak TÜGVA’ya devredilmesi, Karaman’da, Aladağ’da memleketin her yerinde cemaat yurtlarında çocukların yaşamlarını, umutlarını kaybetmesi…

Biz öğretmenler, öğrencilerimiz soru olmaktan çıkan bir gerçekliği yaşıyoruz yıllardır…

Siyasi iktidar sözcülerinden, “muhalefete” endişeli muhafazakârların yaşadığı kaygıların konuşulduğu, tartışıldığı bugünlerde muhafazakâr baskı altında yaşamları karartılan çocukların, gençlerin, kadınların yaşadığı karanlığın, Enes Karaların çığlığının dahi duyulmaz hale getirilmeye çalışıldığı akıl dışı açıklamalara tanık oluyoruz.

Birileri “endişeli muhafazakârların” sesi olmayı sürdürürken; “Diyanet Akademisi” kurulmasına ilişkin kanun teklifi, yasaları dahi yok sayarak TBMM’de kabul ediliyor.

Birileri “endişeli muhafazakârların” sesi olmayı sürdürürken; 20. Milli Eğitim Şurası’nda alınan kararlar üzerinden okul öncesi din eğitiminin kalıcı hale getirilmesi ve yaygınlaştırılması adımları yaşama geçiriliyor. MEB, 2022 sonuna kadar 3 bin yeni anaokulu ve 40 bin yeni ana sınıfı açılacağını açıklıyor. Ancak 40 bin okul öncesi öğretmenin ataması MEB’in gündeminde dahi değil.

Birileri “endişeli muhafazakârların” sesi olmayı sürdürürken; ara tatilde 6-13 yaş arası çocuklara yönelik “Haydi Çocuklar Camiye” projesini yürüten Server Yaşam Vakfı MEB ile protokol yaparak “Ufka Yolculuk” adıyla ilkokul, ortaokul, lise öğrencilerine yönelik 81 il genelinde Temel Eğitim ve Ortaöğretim Genel Müdürlüğü’nün yetkisini aşan, öğrenci ve velilerin kişisel verilerini Server Yaşam Vakfı ve ortağı derneklerle paylaşılmasını öngören, öğretmenlere görevleri dışında sorumluluk ve iş yükleyen yarışmayı düzenliyor, yarışma için hazırlanan kitaplar okullarda satışa çıkarılıyor. Kamusal bir hak olan eğitimin dini yapılara devri hız kesmeden sürdürülüyor. Öğrencilerimizin kamusal, bilimsel eğitim hakkı, öğretmenlerin mesleki hakları yok sayılıyor.

Gerçeği değil de “endişe”yi görme hali de politik bir tercih…

Türkiye’de laiklik, kamusal, bilimsel eğitim sorunu asla sınıfsal perspektiften bağımsız düşünülemez, aksi yaşanılanların, tarihin reddidir. Kamusal eğitimin hak olmaktan çıkarılması, dini yapılara, sermayeye devri, yarım milyonu aşkın çocuğun, gencin eşitsizlikten, yoksulluktan kaynaklı örgün eğitim dışına çıkarılması, ucuz iş gücü haline getirilmesi, cemaatlere, tarikatlara mecbur bırakılması politik, sınıfsal bir tercihtir.

“Umutlarımı yitirdim, yitirdim bütün hayallerimi, geleceğimden kaygılıyım, hayallerim yıkılmasın diye hayal kurmuyorum” diyen gençlerin yaşadığı gerçeği görmeden bir gelecek inşa edilemez.