"Çocukları çevrelerinde gördükleri kadın erkek ilişki ve rollerini sorgulamaya teşvik edebilen öğretmenlere ihtiyaç var."

Okullarda toplumsal cinsiyet ‘eşitsizliği’nin eğitimini veriyoruz!

PROF. DR. MESUDE ATAY

Kadına şiddet ve kadın cinayetleri haber olma statüsünden öte geçemez hale geldi. Aslında bugünün sorunu olarak karşımıza çıkan bir durum da söz konusu değil ve kabul etmeliyiz ki, bugünden yarına üretilen çözümler sonuç vermeyecek. Üstelik ne kısa vadede çözümler ne de orta ve uzun vadede çözümler üzerine konuşulanlara, yazılanlara ciddi bir yaklaşım geliştirildiğini de görmüyoruz. Oysa yerel yönetimlerden, mahallelerden, okullardan başlayarak acilen seferberlik ilan edilmesi gerekiyor. Özellikle sağlık ve eğitim kurumlarının kilit aktörler olarak bu seferberlikte yer alması için de sağlam bir devlet politikasına ihtiyaç var.

Bizler toplumsal rollerimizi öncelikle aile içinde öğreniyoruz. Anne-babanın aile içindeki rolleri ve en önemlisi karşılıklı sergilenen tutum ve davranışlar çocuklar tarafından model olarak alınır. Yemek tuzsuz olduğu için, kadın bir talepte bulunduğu ya da kocasından ayrılmak istediği için eşine dayak atan baba, ilk etki olarak bu şiddete şahit olan çocukların incinmesine neden olur. Ancak daha sonra erkek ve kız çocuk bunu normalleştirerek içselleştirir ve rol model olarak alır. Hatta bunu toplumsal yaşama genelleyip, erkek için şiddet kendisini ifade etme biçimine dönüşürken, kız çocuk için mağdur rolü ile acınan ve korunması gereken bir cinsiyet kimliği kendisini tanımlamaya başlar. Kısacası erkek güç ve otoriteyle, kadın ise zayıflık ve itaatle özdeşleşir.

Aile içinde yaşanan benzer kadın erkek ilişkileri ve cinsiyete bağlı güç kullanımı, mahallede diğer ailelerde yaşanan olaylar, televizyonda izlenen diziler, gazete haberleri, en önemlisi de okulda gördükleri öğretmen modelleri ve ders kitaplarındaki kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleri, kadın erkek eşitsizliği açısından bir değerler sistemi oluşturmak üzere çocuklar tarafından sorgulanmadan içselleştirilmesi için son derece etkili ve güçlü bir politik yaklaşım oluşturur. Böylece kadına şiddet ve cinayetlerin “politik” olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Günümüzde toplumsal cinsiyet eşitliğinden söz edildikçe sanki buna karşıt bir politik söylemin de arttığını görüyoruz. Son on yıldır, “eğitim ve öğretimi iyileştirme” çalışmalarına bakıldığında, sistemin şekli ve siyasi amaçlara uygunluğu için eğitim ile oynamaktan öteye geçilmemiştir. Eğitim kademelerinde, çocukların gelişimsel ilgi ve ihtiyaçları ile toplumsal ihtiyaçlara yönelik bir planlamadan çok, ideolojik hedefler öncelikli hale gelmiştir.

Özellikle “değerler eğitimi” din çerçevesinden ve yerellikten öteye geçememektedir. Dini eğitim dayatması, alternatif müfredat seçeneklerinin sunulmaması, evrensel değerlerin neredeyse tamamen göz ardı edilmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini besleyen bir yapıya dönüşmüştür. Dini söylemler ve değerler, kadını gizli ya da doğrudan ikincilleştiren yorumlarla, kadının toplum içinde “haddini bilmesi” gerektiğine vurgu yapmaktadır. Kız çocuklarının okula katılımı artıyor gibi bir illüzyon yaratılmaya çalışılsa da, üniversite mezunu kadınların sayısı hızla artsa da şiddete uğrayan kadınların arasında üniversite mezunu olanların sayısı bir hayli fazladır. Bu durumda eğitimin içeriğine odaklanmak gerekir. Ancak kadın cinayetlerini normalleştirmeye varan üst düzey söylemler, eğitimin içeriğine yönelmek için önemli bir engeldir. Örneğin İçişleri Bakanlığı bu konunun neredeyse abartıldığını ve Avrupa ile aynı, hatta Türkiye’de daha az cinayet işlendiğini vurgulayarak, bir toplumsal rahatlama stratejisi yaratmaktadır.

“Eşitlik” ve “Haklar” gibi kavramların neredeyse hiç kullanılmadığı politik söylemler ve zamanında başbakanın “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum, kadına şiddet abartılıyor” gibi ifadeleri, “kadın iffeti”, “kadın namusu”, “ev hanımı”, “kadının tek kariyeri annelik”, “erkek kadını yönetir” gibi üst düzey devlet insanları tarafından yaygın kullanılan söylemler, eğitim politikalarının temel belirleyicisi. Dolayısıyla müfredat içeriklerini de bu zihniyet belirlemiş oluyor. Anaokulundan başlayarak tüm kademelerde müfredat içeriklerine bakıldığında, kadın erkek eşitliği ve toplumsal eşitlikçi cinsiyet rollerine dair değerlerle ilgili iyileştirici bir içerik göremiyoruz. Cinsiyet çalışmaları için yapılacaklar üzerine de bir görüş yok.

Tüm bu nedenlerle; kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin önlenebilmesinde “eğitim sistemimiz” an itibarı ile yetersizdir ve eğitim artık çözüm değildir.

‘Kadın ve kız çocuk çalışmaları’ daha çok yapılmalı; ancak bu çalışmaların daha etkili ve anlamlı olabilmesi için, acil olarak ‘erkek ve erkeklik çalışmaları’ da başlatılmalıdır. STK’ler dayanışma içinde seslerini daha güçlü duyurmalıdır.

Yine acil olarak ders kitaplarının içerikleri, hak temelli bir yaklaşımla toplumsal cinsiyet rolleri, eşitlik, aile tanımları ve bireylerin rolleri açısından iyileştirilmelidir. Çocukların çevrelerinde gördükleri kadın-erkek ilişkileri ve rollerini sorgulamaları açısından onları teşvik edebilen öğretmenlere ihtiyaç vardır; bu kapsamda öğretmen eğitimi ve öğretmenlerin profilleri iyileştirilmelidir. Okulöncesi eğitim, farklılığa saygı, duygu eğitimi, eşitlik ve haklar üzerinden yeniden temellendirilmelidir. Anaokulunda bir erkek çocuk bebekle oynayabilmeli, bulaşık yıkayabilmeli, oyuncak toplama sorumluluğunu alabilmeli, kız çocuklar da oyuncak tamir seti kullanabilmelidir. Yani çocuklar eşit olduklarını yaşayarak hissetmelidir. Elbette aileler de bu yaklaşımları destekleyen bir zihniyette olmalıdır.