Kitap Fuarı bağlamında, yazarın okurla düellosundan söz ettik geçen hafta.

Kitap Fuarı bağlamında, yazarın okurla düellosundan söz ettik geçen hafta. Böyle ciddi bir meselede düello da bir haftalık sürede bitmez doğaldır ki!

Bir yandan da, TÜYAP Kitap Fuarı sadece bu “düello boyutunda da ele alınamaz elbet. Nasıl ele alınırsa alınsın, temel olarak “bize özgülüğü” niteliği su götürmez bir gerçektir.

Yıllardır bu fuar,  Frankfurt Kitap Fuarı ile karşılaştırılır durulur. Frankfurt Kitap Fuarı bir “sektör içi” fuardır. Kitap sektörü yılda bir kez kendisiyle buluşur, ticaretini yapar.  Zaten fuarların temel olarak anlamı, amacı da budur. Yani, pencere fuarında, evine pencere taktıranlar gitmez fuara. İnşaat sektörünün bir yan pazarı, yan ekonomik alanı olarak ilgilenenler gider. Frankfurt Fuarı’na da, “telif ticareti” temelli bir katılım söz konusudur. Bizim fuar için “ telif sektörü” yönünden eksikliği yıllardır söylenir durur. Dedik ya, bunlar bize özgü hallerdir. 19. yüzyılda Londra ve Paris sanayi fuarları, derken iki binli yıların ilk yarısındaki New York Sanayi Fuarı gibi örnekler kapitalist ekonominin fotoğrafını verir bizlere. Bir de bu fuarların benzerini oluşturmak istediğimiz, Uluslararası İzmir Enternasyonal Fuarını düşünelim! Sanayi ve ekonomi boyutuyla değil, her yıl fuar alanındaki gazinolara çıkacak “sanatçılar”  ile aklımızda kalmıştır.

Tarihsel bağlamda, kitapla olan öykümüzde de yine bize özgülük vardır. Avrupa’da Gutenberg 1450’de ilk matbaayı çalıştırmıştır. “Avrupa’da matbaacılığın ilk elli yılında, ilk ve tekrar baskı olarak 30-35 bin yapıtın 20 milyon nüsha basıldığı hesaplanmıştır.” (Kağıdın ve Matbaanın Kültürel Tarihi, Zeki Tez, Durak Y.)

Peki bizim ülkemizde durum nedir? “İstanbul da ilk matbaa 1726’da kuruldu; 1815’e kadar İslamiyet’in en önde gelen kentinde basılan toplam başlık sayısı 63’dü”. ( Colin McEvedy, Modern Çağ Tarih Atlası, Sabancı Üni.Y.)  Aradaki farkın anormal boyutuna dikkat çekmek için alıntının sonuna aslında bir dizi ünlem koymak gerekirdi. Hakkını yemeyelim; o dönemde matbaanın dışında el yazma eserlerin yazımı sürmekteydi. Müstensihler de harıl harıl istinsah ile iştigal eylemekteydiler. Yani el yazısı ile kitap çoğaltma işini yapıyorlardı. O dönemde matbaaya bu kesimin de direnç gösterdiği bilinir.

İstanbul’da matbaanın kuruluşu ve İbrahim Müteferrika konuları bolca yazılır da, sonrasında ne olduğu, nelerin basıldığı, kurulan bu “ilk” matbaanın ne zaman kapatıldığı es geçilir. İlk matbaanın sonucu kısaca hüsrandır aslında. Bunlar da bize özgü hallerdir.

Neyse ne, kitap maceramız, hep yinelediğimiz bir Ünal Oskay sözüyle “ Kitap Uygarlığından geçmemiş bir toplum” olmamızla özetlenebilir. Bu özettir ki, okurla düellosunda yazarın kalbinden vurulması sonucunu doğurur her zaman.

Haftanın dizesi; “ her vakit iki şey arasında bir çatlak oluşabilir” ( Leyla Erbil, Kalan, T. İş Bankası Kültür Y.)