Okuyucu tarihin sıkıcı olmadığını anladı

MELTEM YILMAZ

Yazar Atakan Büyükdağ, yeni kitabı “Hesaplaşma” ile okuyucuyla buluştu. Naziler’in atom bombası projesini konu alan kitabın yazarıyla konuştuk

» “Hesaplaşma”, sizin üçüncü kitabınız. Nazilerin atom bombası projesini konu alan bu kitapta, tarihler, karakterler, olaylar ve mekanlar, kaynaklı verilerden oluşuyor. Peki okuyucu bu kitapta farklı ne buluyor?
Hesaplaşma, uzun yıllar süren çalışmaların neticesinde ortaya çıkmış bir kitaptır. İlk kısımda ülkemizde pek bilinmeyen ve önceden değinilmemiş bir konu olan Nazilerin atom bombası projesi için gerçekleştirdiği işgaller, müttefiklerin bu projeyi durdurmak için gösterdiği mukavemet ve bir istihbarat üzerine çıkan tarihi bir savaş yer alır. İkinci kısımda tarihin tozlu sayfalarında kalmış, Nazilerin atom bombası projesini sabote etmek için gönderilen komandoların, sabotaj ekiplerin “yaşanılması imkânsız” olarak belirtilen alanlardaki yaşam mücadelesi ve oldukça kritik, hatta bazı otoriteler için tarihi değiştirecek kadar önemli sabotaj girişimleri işlenir. Üçüncü kısımda ise Amerika’nın atom bombası projesi, ilk atom bombası denemesi, Japonya’ya atılan atom bombaları ve patlama sonrası yaşananlar işlenir. Freshman ve Gunnerside Operasyonları dâhil olmak üzere Norveç Ağır Su Sabotajı’nın neredeyse tamamı, Nazilerin atom bombası projesinin detayları, atom bombasının patlama anından hemen sonra hiposantr çevresinde yaşananların birinci ağızlardan aktarımı, Norveç Kralı’nın kaçışının ve Alsos Görevi’nin detay kısımları, “Hesaplaşma” ile Türkçe literatüre ilk defa giren bilgiler.

» Yakın zamana kadar tarih kitaplarının belli bir kitlesi olduğu varsayılırdı ancak son dönemde bu alandaki pek çok eser çoksatanlar listesine oturmayı başarıyor. Keza, sizin kitabınızda da öyle. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Tarihi sevdirme isteği. Şahsen kendisini bu alana adamış ben dahi bir tarih kitabını sıkılmadan bitiremiyorum. Mutlaka bir noktadan sonra sıkılıp ertesi güne sarkıtıyorum. Özellikle teknik konularda araştırma yapıp yabancı kaynak taradığım zamanlar bu süreç daha da uzuyor. Okuyucularımız da bu “ağır akış” durumuna maruz kalınca tarihten haklı olarak uzaklaşıyorlar. “Bu ağır kitapları okuyan, arşiv arşiv gezen, merakla aklına takılan soru için binlerce yol tepen, zamanını buna harcayan biri var zaten, diğerleri yapmak zorunda kalmasın.” mantığı ile elimden geldiğince akıcı yazmaya çalışıyorum. Benim amacım tarihin aslında hiç de sıkıcı değil aksine oldukça keyifli bir alan olduğunu göstermek; insanların tarih okuyabilmek için önceden yoğun bir bilgi birikimine sahip olma zorunluluğunu ortadan kaldırabilmek.

» Peki tarihe, özellikle de II. Dünya Savaşı gibi çok fark yönleriyle işlenmiş bir savaşa ilişkin yeni bir kitap yazma fikri zorlayıcı değil mi?
Tarihe ilgi aslında zamanla oluşan bir şey ama mutlaka bu ilgiyi tetikleyen bir “o an” oluyor. Benim için de II. Dünya Savaşı araştırmaları serüvenini başlatan “o an” 2007 yılında Münih’teyken gerçekleşti. Münih 20. yüzyılın en kritik tarihe sahip şehirlerinden birisidir. Devrimlerin başladığı, yönetim şekillerinin hızla değiştiği, insanlarının reformist olduğu bir şehirdir. Oradayken görünüşü benzer ama düşünceleri gece ile gündüz kadar farklı birçok insanla karşılaşıyorsunuz. Bu geçmişte de böyle olmuş, halen de bu şekilde. Haliyle bu girdap beni de içerisine aldı. Bulunduğum ortam da bu girdabı yaratmaya oldukça elverişliydi. Adolf Hitler’in adı geçtiği anda gözyaşlarını tutamayan ve “Hitler dünyaya gelmiş en kötü insandır” diyen Polonyalılar bir yana, Nazi marşı çalan İspanyollar diğer bir yana ve baskıncı Naziler diğer bir yana. Özellikle 2007 yılında bile hala Nazilerin ideolojilerine bu kadar bağlı oluşu beni meraka sürükledi. “Nasıl bir ideoloji ki bu, kimi nefret ediyor, kimi de 2007 yılında bile hala sadık kalabiliyor.” diye düşünmeye başladım ve araştırmalara koyuldum.

» Peki, aynı soruyu biz soralım: “Nasıl bir ideoloji ki bu, kimi nefret ediyor, kimi de 2007 yılında bile hala sadık kalabiliyor.” Hitler’i ve Nazizm’i edebiyatta ve sanatta halen bu kadar ilgi çekici kılan nedir?
Nazizm ideolojisine sadık kalanlara baktığımız zaman bu insanlarda bir militarizm özlemi göze çarpıyor, günümüzde sağın oy potansiyelini artırması da bunun göstergesidir. Bunu iyice anlayabilmek için aslında Alman tarihinin derinliklerine inmek ve konuya 1648 Vestfelya Antlaşmasından başlamak lazım. Önceden medeniyetin lokomotifi olan Alman halkı Vestfelya Antlaşması’nın ardından yeniden barbarlığa dönmüştü. Bu buhran bir Alman devleti olan Prusya’nın konuya el atana kadar bu şekilde sürdü.

Sonrasında, Bismarck öncülüğünde kurulan İkinci Alman İmparatorluğu ile Almanlar birleşti ve refah seviyeleri arttı. Bismarck’ın şöyle bir sözü vardır: “Günümüz sorunlar, kararlar ve çoğunluk oyları ile çözülmeyecektir. 1848 ve 1849’dakiler bu hataya düşmüşlerdi. Büyük sorunlar ancak kan ve demir çözülür.” Bismarck’ın bahsettiği “Kan ve demir”, Savaş demektir. Almanlara göre refahın yolu buydu. Ardından I. Dünya Savaşı çıktı ve Almanya’da başlayan sefalet, Üçüncü Reich yani Adolf Hitler dönemine kadar sürdü. Üçüncü Reich ile Almanlar önce ekonomik refaha erişip ardından da en büyük sınırlarına ulaştılar. Militarist gözle bakıp büyümeye odaklanan kimi Almanlar, savaş sonrası yaşanan katastrfoik çöküntüye bakmadan savaş öncesi ve savaş dönemi gelişmişliklerini göz önünde bulundurarak savaşın tarih boyunca kendilerine refah, özgürlük ve birlik getirdiğine inandılar. Nazizm ideolojisini hala yaşatan da bu görüştür.

» Tarihçiler genellikle tarih kitabı yazabilmek için yaşanmış olayların üzerinden yüz yıl geçmesi gerektiğini söylerler. Bu fikre katılıyor musunuz?
Hatta Fransızlar bu konuyu daha da abartırlar. Yakın zamana kadar Napolyon’dan sonrasının yazılamayacağını belirtirlerdi. Tabi ki bu açıklama saklı kalan evrakların ve bilgilerin gün yüzüne çıkma süresi ile alakalıdır. Hükumetler kendilerinden önceki hükumet sırlarını da saklamak ile yükümlü olduklarından dolayı tarihi gerçeklerin ve vesikaların ortaya çıkması için belki bir asır beklemek gerekiyor. Ama bu süreç Nazi Almanyası için aynı şekilde yürümedi. II. Dünya Savaşı dönemi için Nazi Almanyası başlı başına bir kara kutu olduğu için Üçüncü Reich’ın bir anda yıkılması tüm bilgilerin açığa çıkmasına sebep oldu. Şatolarda, malikanelerde ve Harz dağlarının madenlerinde 485 ton evrak ele geçirildi. Bu evraklarda İkinci Alman İmparatorluğu’ndan Üçüncü Reich’ın sonuna kadar olan döneme ait paha biçilemez bilgiler yer alıyordu. Sohbet kayıtları, toplantı notları, Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in günlüğüne kadar her şey ele geçirildi. Nürnberg mahkemelerinde alınan ifadeler tüm bilinmeyenleri açığa çıkardı. Her kritik kişinin ofisi basıldı, evrakların çoğu Amerika’ya taşındı. Ardından büyük bir kısmı Almanya’ya iade edildi. İngiltere’de de şu anda dev bir arşiv var II. Dünya Savaşı ile alakalı. Mahkemelerde şahitlik yapan, o dönemi birebir yaşayan tarihçilerin bıraktığı yazılı eserler var. Yani araştırmak isteyen için şu an II. Dünya Savaşı’nın her anı kayıt altında. Çok geniş bir konu olduğu için araştırmak çok uzun süreler gerektiriyor fakat odaklanılan bir konu için araştırma yapmak yorucu olsa da imkânsız olmuyor.