Siyasete bulaşmış bir akademisyen olarak bir süredir bu köşeden alışılmış köşe yazısı formatının dışında okuyuculara seslenmeye çalışıyorum. Kuramla yaşamın dinamiklerini sentezleyip, günlük yaşamın parçası haline getirmeyi önemsiyorum.  Ne kadar başardığım tartışılabilir.

Bu tutumum, aralarında arkadaşlarımın da bulunduğu bazı çevrelerce, köşe yazısı mantığına pek uygun bulunmuyor. Bu nedenle “BirGün Pazar ekinde yazmamın daha doğru olacağını” söyleyenler de oldu. Bu bakış açısında temel bir sorun bulunduğunu düşünüyor ve direniyorum.

Köşe yazısına kuram sokmaya çalışmak, seçkinci ve akademik bir kaygı olarak görülebilir. Ancak kanımca asıl seçkincilik kuramsal olanın “sıradan insanın” ve günlük yaşamın kaygısı olmadığı ya da olamayacağı kabulünde yatıyor.  Çünkü yaşama karşılık gelen iyi bir kuramdan daha “sıradan” ve daha devrimci bir kelam bulunmadığını düşünüyorum.

Bunun iyi bir örneği Syriza popülizmi ve siyasal alanda sağladığı başarı. Bu konuda tüm görüşlerine katılmasam da, sözü Essex’li akademisyen David Howarth’ın 29 Ocak tarihli Independent Gazetesi’nde çıkan değerlendirmesine bırakıyorum;

“Bunu bilmeyebilirsiniz ama Yunanistan’da iktidara gelen sol kanat Syriza ile profesör olarak çalıştığım Essex Universitesi arasında sürpriz sayılabilecek ilişki var. İktisat okuyan Maliye Bakanı Yanis Varoufakis ve Syriza’nın yeni Korfu Milletvekili Fotini Vaki Essex mezunları. Atina’nın yeni valisi Rena Dourou da öyle. Rena Dourou 2001’de benim ders verdiğim İdeloloji ve Söylem Çözümlemesi yüksek lisans programını tamamladı… Dourou Essex’te karşılaştığı düşüncelerin, kendisi ve Syriza üzerinde önemi etkisi olduğu açık. Yüksek lisans programının esin kaynağı yakınlarda kaybettiğimiz Arjantin sürgünü Ernesto Laclau. Laclau’nun yaklaşımının ana boyutlarından biri popülist hareket ve düşüncelerin ortaya çıkışına ilişkindi.

Syriza ve Laclau’nun kuramı arasındaki ilişkiyi görmek kolay. Her şeyden önce, Laclau popülist liderlerin demagog, popülist partilerin ise doğası gereği anti-demokratik olduğunu reddetmişti. Tersine, popülizmin modern demokratik toplumların ana unsurlarından biri olduğunu savundu; popülizm ezilenlerin marjinde kalan sesi olarak işlev görüyordu.

Popülizm aynı zamanda kıyıya itilenlerin seslendirdiği talepleri bir araya getiren özgün bir siyasal koalisyon inşa biçimiydi. Syriza kendi siyasal koalisyonunu, bu kesimlerin ortak düşmanı üzerine yoğunlaşıp, taleplerini birbirine bağlayarak inşa etti. Yunanistan örneğinde (İspanya’da da) ortak düşman kemer sıkma ve bu politikayı gönülsüz kitlelere dayatan siyasal güçlerdi. Popülizm tabii ki farklı biçimlerde ifade edilebilir.  Sağcı bir biçim alıp, işsizlik ve kötüleşen kamu hizmetlerinin sorumluluğunu göçmen nüfusa yükleyebilir. Ama Laclau ve Syriza arasında başka tür bir ilişki var; liberal oydaşmanın öngördüğünden daha radikal bir anlamda demokrasiye olan bağlılıkları.

Laclau Marksist bir geçmişten gelmekle birlikte, post-Marksist siyasal kuramı demokrasi ve siyasal liberalizmi sahiplendi. Kendisi (ve ortak yazarı Chantal Mouffe’un) tanımladığı “radikal demokrasi”  özgürlük ve eşitliği parlamento ve devletin formal kurumlarını aşıp, topluma yayılan bir talep olarak görmektedir.
 Syriza türü popülist hareketler için en büyük meydan okuma, kendilerini güçlü siyasal protesto olmaktan etkin ve demokratik bir yönetim aygıtına dönüştürmektir. Dünya, önümüzdeki aylarda Syriza ve Essex mezunu liderlerinin bu zorlu meydan okumayı müzakere edişlerini izleyecek.”

Howarth’ın söylediklerinin tümüne katılmıyorum. Niçin katılmadığımı da Syriz üzerine yapacağım değerlendirmede paylaşacağım. Ancak Syriza’yı başarıya götüren siyasal stratejisinin popülizmle olan ilişkisi konusundaki tespiti güncel siyaset açısından yaşamsal öneme sahip.

Dahası kuramın niçin sadece Pazar gününe bırakılmaması gerektiğini de çarpıcı biçimde gösteriyor.